hiyerarşik bir ilişkiyle sunan dehaların (!) kitaplarıyla beslenmiş başıbozuk bir toplum inşa ediyor oluşumuz biraz da böyle bir sunumun sonucu. 1970’ lerin sonunda, belki de 12 Eylülle tedavülden kalkmış Toplumcu Gerçekçi Marksist bir yazarın hikâyelerini devşirsem, yayınlanmış tek bir kitabım yokken cemiyet başkanı olsam, dev gibi etkinlikler yapıp pire gibi salonları dolduramasam, internetten kopyaladığım masallardan cilt cilt kitaplar çıkarsam, kapı kapı dolaşıp bu kitapları işportacı gibi satsam… En güzel hikâyeyi - şiiri ben yazsam, kitapevlerinin raflarına sadece benim kitaplarımı koydursam, üniversitelerde enstitüler kurulsa ismime, televizyonlar beni konuşsa, insanların yüreğine değen muhabbetten bir kapı olamadıktan sonra ne çıkar. Müslüman bir yazarı Hakk katında anlamlı kılan vasıf, ahsen-i takvime yaklaştıran erdemleri, üslubuyla ve estetik bir kalıpla ortaya koyma ve ifade kudretidir. Eseriyle, nesiller arasında kendini köprü yapar. Yardıma muhtaç olanı ensar gibi kardeş kılar. Mahşerde ayağıma dolaşacak, yüzüme çarpılacak tek bir cümleden Allah’a sığınırım. “Edebiyat hayatın içindedir ve hayatın içinde olanı tüm çıplaklığıyla yazar” diyen batıcı ve batıl görüşlerden de Allah’a sığınırım. Asıl olan kendimizin farkına varmaktır! Hakk’tan ve hakikatten; insan olma, dostluğu paylaşma heves ve şuurundan beni alıkoyan yazarlık sizin olsun. Şimdi, buraya sırası gelmişken konuyla alakalı bir ayet meali koysam: “Hikâyeyi, şiiri mesaja boğdun” diyen muhterem büyüklerim demez mi: “Gazeteyi de imam hatip yıllığına çevirdin” haklı olarak derler tabi.

Burası Mars.

Alperenlerin, Fatihlerin memleketi mi?

Sahte edebiyat prensleri, Batı’yı batıldan ayırt edemeyen büyüklü küçüklü dergi şeyhleri, sizi

salamlıyorum!

Bu akşamdan tezi yok, yatsı namazını müteakip, köylü yazarlar için Hunat camiinde, yerli

yazarlar için Cami Kebir’de gıyabi cenaze namazı kılacağım.

Şimdi çıkıp biri diyecektir:

“Kardeşim yatsıdan sonra cenaze mi kalkar?”

El cevap:

-Bu cenaze ancak karanlıkta kalkar!