Özümüzü, gönlümüzü yatırıp masaya, vicdanımızla hasbihal edebiliyor muyuz? Bu şekilde nereye gidiyoruz? Bize zorla dayatılan bitmek bilmeyen ihtiyaçların hangi birine ihtiyacımız var. Başımızda fötr şapkalar, ayağımızda yüksek topuklu, çok sesli ayakkabılar olmadan selam veremiyor muyuz birbirimize. Süslü, abartılı kelimeler bilmeden, âşık olamıyor muyuz?
Farkında değiliz, bizi yönetiyorlar hem de öyle böyle değil bizim irademize işliyorlar. Şakaklarımıza değen yağmura bile yön tayin ediyorlar. Bunun gülünç yanı ise; bizim irademizi kullanarak, en mahrem yerlerimize sinsice sokuluyorlar. Kanımca: en gizlimiz yatak odası değil fikirleri ve duyguları uyuttuğumuz gönül ve akıl ikilisidir. Orası öyle bir yer ki şimdilerde insan kendi bile dönüp bakamıyor içine, öyle gizli öyle müphem.
Var olmamızın ötesinde var olma savaşı veriyoruz. Önceleri bulûğ çağına giren yeni yetmeler, kendini kanıtlama çabası içinde iken şimdilerde; her birey kendini özgün olmayanın dışında, taklitle kanıtlamaya çalışıyor. Filmlerde, dizilerde okunmasa da romanlarda taklit unsuru olan bireyleri fikrimize yerleştiriyorlar. Öyle bir taklit ediyoruz ki farkında değiliz. Annem : ‘’Vücudunu çok dinleme dinlersen sana sürekli bir yerlerinin ağrıdığını fısıldar’’ derdi. Şöyle bir bakıyorum çevreme vücudumuzun sesini de dinleyemez olduk artık. Olmayan rahatsızlıklar türemiş uzuvlarımızda. Güne dinç uyanmak için erken yat, sabah namazıyla uyan derdi eskiler, hiç olmadı bir Türk kahvesi içer toparlardık bünyemizi. Ama öyle olmuyor artık. Oldurtmuyorlar. İlaç reklamlarında dahi asıl hastalığımızı unutturup, kendi pazarladığı ilaçları piyasaya sürmek için ünlü oyuncuları oynatıyorlar. Sistem kolay. Halk çoğu zaman şöhrete saygı duyar. Filanca ünlü kullanıyorsa benimde kullanmam lazım diyerek tuzağa düşer. Halktan daha lezzetli av olamaz ya…
Hayatımızın her alanına virüs gibi yayılıyorlar. Giyinmemiz, adetlerimiz, töremiz, saygı duyduğumuz her değer manidarlığını çoktan yitirmeye başladı. Oturup sessiz sakin bir köşeye düşünemez olduk. Oturduklarımız, düşündüklerimiz, asıl olanın dışına taştı. Kendimiz için değil, sistem için yaşamaya başladık. Ne acı! “Ölmeden önce, ölünüz” diyen bir peygambere tabiydik. Önceden.
Şimdi bırakın, evimize ölümlü olduğumuzu hatırlatacak köşeleri koymayı. Kendi irademizle yaşamayı beceremiyoruz. Ölümlü olduğumuzu fikretmek ,niye şimdilerde?