Bunu babamla anladım ben. Üst üste üç yıl ölüm çiçeğine pençe attı. İlkinde bir sokak boyu saatlerce ağladım. İnsanlara baktıkça, nefes aldıkça, ölümün kokusunu babamla aldıkça ağladım. Sonra alıştım. Artık o ölüm çiçeği güzel kokmaya başladı. Çünkü bu hayat böyleydi. Öledebilirdi insan. Babalarda gidebilirdi. Ama şimdi anlıyorum benim kalbime saplanacak kedere o zaman mutmain oldum ben.
Evet, ben bu kedere razı geldim. Bakın bu kader değil keder. Ben buna razı gelebilirdim pekâlâ kabul de edilebilirdi bu. Ama ben ölseydim babam buna nasıl razı gelirdi. Babalar razı gelemez. Annelerde. Dağdaki kurdun kuzuyu kapsamasıyla dertlenenler, şimdi kaç kurt, kuzuyu kapıyor da bu canımız hala sapasağlam yerinde duruyor. Ne’ye alışıyoruz da böyle hiç sesimiz çıkmıyor. Ne ile mayalandı da gönlünüz, ateşe verilen ocakları görmezden geliyorsunuz. Vicdanın her zerresinden nasıl bu kadar yoksun olabilirsiniz. İntikamınız, kendi nefsiniz, kendi gönlünüz hoş dursun diye nasıl küçücük canları pervasızca toprağa gömersiniz. Can almak bu kadar kolay madem hani nerede kelleniz?
Bir takım hisleri kelimelerle ifade etmek kolaydır, aynı zamanda düşünceleri aynı zamanda ideolojileri aynı zamanda ölümleri fakat ben taşları kelimelerle ifade edemiyorum. Ki taşın bile bir kalbi var yarılıp içinden su fışkırdığına göre.
Ama bu cinayetleri tarif edebilecek tek bir kelime dahi yok yeryüzünde.