hayatı yaşayan insanlardan söz ediyoruz.
Endişeleri de elbette AKP iktidarı. Ama yalnızca AKP iktidarı değil. Bu iktidar gelmeden evvel de aynı güruh, aynı endişeleri sırasıyla Demokrat Parti ve Menderes’ten başlayarak bütün sağcı ve muhafazakar hükümetler karşısında yaşadılar. Her sağ iktidar bu kesimler için ya karşı devrimcilik, ya dincilik, ya şeriat korkusu anlamına geldi. İster Süleyman Demirel, ister Turgut Özal, Tansu Çiller, Necmettin Erbakan veya Recep Tayyip Erdoğan... Sağ partilere oy veren seçmen, hangi parti ya da başında kim olursa olsun, mürteci olarak yaftalandı. Sağcı ve dini, milli duyarlılığı olan seçmen, rejime karşı tehlike olma bakımından yıllar ve yıllar boyu silahlı mücadelesiyle ülkemize kan kusturan PKK’dan bile daha büyük ve öncelikli bir tehdit olarak algılandı. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nden irtica tehlike olmaktan çıkalı, şunun şurasında kaç gün oldu.
Bir de şu var. Sözünü ettiğimiz parti liderleri iktidardan ayrıldıktan veya vefat ettikten sonra, endişeli modernler hayıflanıyorlar. Turgut Özal’ın vefatından yıllar sonra aslında korktukları gibi şeriatçı bir lider olmadığını teslim ettiler. Daha ötesi, yıllardır irticanın lideri kabul edilen Erbakan bile vefatından sonra, endişeli modernler arasında badem gözlü oldu. Erbakan (Gülriz Sururi: “bugün bakınca Erbakan aslında daha dürüstmüş.” diyor) bile Tayyip Erdoğan’a bakarak daha milliydi, daha bize yakındı filan türünden bahaneler bulundu.
Bendeniz bahsi geçen siyasi liderlerden ya da partilerden herhangi birine taraf olmayan bir vatandaş, herhangi birine oyu nasip olmayan bir seçmen olarak endişeli modernlerin endişelerini hayretle takip ediyorum.
Bu korkunun, kaygının, şüphenin kaynağını anlamaya çalışıyorum. Fakat bir mantık tutulmasından, bir hamakattan, bir cehaletten başka hiçbir şey göremiyorum. Hele Gülriz Sururi gibi aydın sanatçı(!)ların çıkışları sözün bittiği yere getiriyor insanı. Bakınız Gülriz Sururi t24 sitesine verdiği röportajda tarifi mümkün olmayan gaflar silsilesiyle karşımıza çıktı. Pes demek bile yetersiz kalıyor. Gerçekten sözün bittiği yer.
Sururi şöyle diyor; “İlk gençlik yıllarımda, biraz politize olmaya başladığım zaman komünizm hoşuma hiç gitmedi. Ama sosyalizm, solcu olmak bana fevkalade uygundu. Bırak cumhuriyeti, demokrasiyi bile beğenmedim. Ülkemde sosyalist bir yönetim olsun istedim. İnsanlar çok daha adil yaşasın, eşitlik olsun istiyordum. Cumhuriyetle hiç meşgul olmadım. O doğup büyüdüğüm, içinde olduğum bir düzendi. Yıllar sonra, o beğenmediğim cumhuriyeti yeniden kazanabilmek için benim bile bir şeyler yapmam gerekliliği çıktı ortaya.”
Gençliğinde cumhuriyeti ve demokrasiyi beğenmemesini nereye bağlayalım. Cumhuriyeti sevmemek aynı zamanda Atatürk’ü sevmemek değil midir? Hanımefendinin istediği adalet, eşitlik nerede kaldı. Gülriz Sururi bugünkü bakış açısıyla cumhuriyeti beğenmiyorum diyebilecek birine ne der? Hangi gözle bakar. Kendi gençliğini hiç mi sorgulamaz bir insan. Hele bir sanatçıysa ve belli bir yaşa gelmişse. Hayret uyandırıyor sadece.
Bir de diyor ki; “benim için Atatürk’ün ‘Nutuk’u dünyaya inmiş son kitaptır.” Buyurun. Bir yanda Atatürk’e put diyen dinci, öte yanda Nutuk’u dünyaya inmiş (dikkat edilmesi gereken notka inmiş kelimesinde gizli) son kitap diyen Kemalist. Öte yanda da bunları ibretle ve hayretle seyreden bizler. Dedim ya, ünlü sanatçı sözün bittiği yere çoktan getirmiş bizi. Kendisinin nerelerde gezdiğini bilemiyorum.
Yazının başlığına dönecek olursak; kendilerini endişeli modern olarak tanımlayan veya kendilerine öyle denilen bu kesim önce modernizmin ne olduğunu öğrenmedikçe biz bu sorunları yaşamaya devam edeceğiz. Cumhuriyetin ilk yılları ve tek parti CHP yılları boyunca bu ülkede zorla dayatılan ve halkın kabul etmesi beklenen şey modernizmdi. O gün anlaşılmayan şey modernizmin sadece biçimsel bir şey olmadığı ve insanların bunu zorla kabul etmeyeceğiydi.
Ey endişeli modern kardeşlerim. Bakın sizin silah zoruyla, darağaçlarıyla, hapishanelerle gerçekleştiremediğiniz şeyleri; karşı devrimci, gerici, ya da şeriatçı dediğiniz muhafazakar sağ hükümetler gerçekleştirdi. Sizin dayatmaya çalıştığınız modernizmi Türkiye’ye getiren Menderes, Demirel, Özal, Erbakan ve Erdoğan’dır. Nişantaşı kafelerinde karşılaştığınız türbanlılar biraz postmodernizmle ilgili. Siz hele modernizmin ne olduğunu anlayın. Biz münasip bir lisanla size postmodernizmi de anlatırız.
Son olarak şunu da belirtelim. Örümcek ağları 200 yıl öncesine kadar gitmeye gerek duymaz. Doksan yıl içerisinde de hatırı sayılır ağlar örebilir. Mesele beyinlerin örümcek ağı bağlamasıysa yakın tarihte örülen ağlar da temizlenmeli değil mi? Yoksa bakın Kemalist bir dogmatizm çoktan kapımızı sarmış durumda. Kabe arabın olsun diyenler aydınlanmacı, pozitivizm dinine sarılmışlardı. Bir kesim için Kemalizm bir ideoloji olmaktan çıkıp bir dogma bir din olmaya başlamış. Nutuk’un inzali(!) de tamamlandığına göre Anıtkabir de kıble olacak bu gidişle...