Varlık ve benliğin estetik paradigmaları bir birinden tamamen farklı. Bu farklılık
en temeldeki ikilemden kaynaklandığından olsa gerek birbirine zıt. Zıtlık ne olabilir?
Aynı merkezden hareket eden, bu merkezden eşit mesafede uzaklıkta duran, aslında
birbirinin aynı olan iki şeyin birbirine yansıması olabilir mi? Biz bu ikilemin merkezini
tespit edemediğimizden, yani birliğe ulaşamadığımızdan nereye yakın duruyorsak
diğerini bulunduğumuz yerle taban tabana ters olarak algılıyoruz. Saydam bir zarın iki
yüzü arasındaki zıtlık gibi. Ne taraftan bakıyorsak diğer taraf tepe taklak.
Aydınlık ve karanlık mesela. Okuduğum bir yazıda beynimizin göz kapatılarak,
sonsuz bir beyazlık gözönüne getirilmek suretiyle dinlenebileceğini yazıyordu.
Uykuya ayrılan zamanı onbeş dakikalık bir seansla çözen bu meditasyon tekniğini bir
süre denedim. Denemelerimde de kısmen sonuca ulaştım. Lakin gözler kapalıyken
gözlerin önüne mutlak bir beyazlık getirebilmek neredeyse imkansız bir uygulama
gibiydi. Çünkü gözlerimizi kapadığımızda karşılaştığımız şey mutlak bir karanlıktan
başka nedir ki?
Öte yandan fiziksel olarak karanlıktayken o karanlığı aydınlatacak beyazı
bırakalım gözönünde canlandırmayı, hayal etmek bile çok zordu. Beyaz bildiğim
ne varsa hepsini gözden geçirdim. Çünkü dikkatimi çeken şey şuydu; beyazla ilgili
hiçbir tecrübem, gözlerimi kapadığımda karşılaştığım karanlığı bastırabilecek nitelikte
değildi. Yıllardır bembeyaz kağıtlara, yaşadığım iklimin karla kaplı uzun kış aylarına
aşina ve haşır neşir olmama rağmen beyaz, karanlığıma güç yetiremiyordu.
Demek ki günün aydınlığı bile beyazın zıttı olan karanlık karşısında bana
yardımcı olamıyordu. Sonuçta demek ki bu zıtlıkta, bu ikilemde; gözlerim kapalıyken
karanlığa yakın durduğum için beyaz, zihnimin uzak köşelerinde cılız bir şekilde
kalıyordu. Dönem dönem bunu düşünmeye devam ettim. Aslında, mutlak anlamda
karanlıkla aydınlık arasında herhangi bir farkın olmadığı sonucuna vardım. Çünkü bir
noktada ve gerçekte ikisi de bir. Aynı şey yani. Eğer ben beyazı bilmiyorsam siyahı
nereden bileceğim. Gözümü kapadığımda gördüğüm şeyin siyah (kara) olduğunu
nasıl iddia edebilirim...
Varlık ve benlik de öyle. Hayat ve ölüm de. Hayat dediğimiz şeyin gerçekte ne
olduğunu anladığımız ve bildiğimiz iki an varsa, o da ilk canlandığımız ve öldüğümüz
an olsa gerek.
Hastalık, hayatta oluşumuzla ilgili paradigmalarımızı sarsan ve algılarımızı
tamamen değiştiren ucube bir hayat formu. Tek umudu iyileşmek olduğu halde
“ölsem de kurtulsam” diye inleyen insanı düşündüm ister istemez. İyi ki her dileğimiz
dilediğimiz anda gerçekleşmiyor. Yoksa bu dünyanın hali nice olurdu. Tahayyül
etmek mümkün değil. Dilediği şeylerin bir kısmını yapabilme kudretine sahip olanların
işlediği cürümleri de hesaba katınca...İyi ki dileklerimizin bir çoğu dilek olarak kalıyor.
Varlık ve benliğin estetik anlayışı mı? Biri siyahı beğeniyor, biri beyazı. Biri
dışarıyı tercih ediyor, biri içeriyi. Dışarı ve içeri nasıl da yer değiştiriyor. Biri biçimi
seviyor diğeri içeriği... İkisinin estetik doyum ihtiyacı insanı nerelerden nerelere
sürüklüyor. Belki bir gün onu da anlatırım. Çünkü az da olsa bir şeyler biliyorum artık.