Bu gerçekler ışığında kalkınmanın köyden başlaması gerektiğini fark eden Büyük Önder Atatürk, İzmir iktisat kongresini topladığında bu konuya vurgular yaparak köylümüzün kalkınmasıyla ülkemizin de kalkınacağı gerçeğini ortaya koymuştur. O yılların tarım gönüllüleri, tütünden şeker pancarına, buğdaydan arpaya sulu ve kuru tarım alanlarında yüksek verim almanın yol ve yöntemlerini köylümüze öğretmeye çalışmış, ilçelerde kurulan basit ve ilkel kuluçka makinalarıyla tavuk, hindi, ördek ve kaz gibi kanatlı hayvanların üretimine hız verilmiştir. Yapılmış olan bu üretim seferberliği ile kazanmış olduğu paraların önemli bir kısmını, modern tarım aletlerine, yüksek verimli tohumlara harcayan köylümüz, geri kalanını kendisi ve aile efradının ihtiyaçlarına harcarken genç cumhuriyetin ilk yıllarında cılız ülke ekonomisine can suyu vermiştir. O yıllarda başlatılan üretim seferberliğini en çok ciddiye alan kesim köylümüzdür.
Dünyamızda en yüksek risk ve belirsizliğin olduğu tarımsal üretimde ise maalesef köylümüz ürettiği ürüne harcadığı emeğin karşılığını çoğu zaman alamamıştır. Ürettiği üründen kazandığı parayı gübreye ilaca, işçiliğe harcadığından, gelirinin masraflarını karşılamadığı yıllara rağmen üretime devam etmiş, son yıllarda ise borç borç üstüne yığılmaya başlayınca köylümüzün bir kısmı tarlasını ve köyünü terk ederek metropollerin varoşlarına, kent merkezlerine göç etmeye başlamıştır. Tarım alanlarımızın sulu tarıma açılan bölgelerinde bu göç durdurulmuş olsa da kırsal tarım alanlarında yıldan yıla tarım dışına çıkmış olan araziler ciddiye alınacak kadar çoğalmaktadır. Bu göçlerin nedenleri üzerinde araştırmalar yapılmalı ve alınacak ciddi önlemlerle bu tehlikeli göç bir an önce durdurulmalıdır.
Ülkemizin, Dünyanın büyük ekonomileri arasına girdiği iddia edilmiş olsa da maalesef yükseldiği iddia edilen milli gelirden köylümüzün ve çiftçimizin hak ettiği payı alamadığı bilinen bir gerçektir. Önceleri bitkisel ve hayvansal bir çok ürünü üretmekte olan ülkemiz, maalesef günümüzde bu ürünlerin büyük bir kısmını yabancı ülkelerden ithal etmek zorunda kalmıştır. Bu acı gerçeğin temelinde ise, köylümüze, tarımsal üretimi esnasında verilmesi gereken desteklerin zamanında ve doğru yöntemler ve olması gereken miktarlar ile verilmediği gerçeği yatar. Kendi üreticimizden sakındığımız desteklerin çok daha fazlasını ise maalesef ithalat yapmakta olduğumuz ülke üreticilerine yapmaktayız.
Üzerine iki atom bombası atılan Japonya, hiçbir doğal kaynağa sahip olmadığı halde günümüzün önde gelen ekonomilerinden biri haline gelebiliyorsa, Her tarafı bombalanıp harabeye dönen ve ikiye bölünen Almanya, Avrupanın ve Dünyanın en büyük ekonomilerinden biri haline geldiyse biz neden çağdaş medeniyet ve teknoloji seviyesini bir türlü yakalayamadık. Kusur insanımızda olsaydı, hiçbir eğitim vermeden ülke dışına vasıfsız işçi olarak gönderdiğimiz insanlarımız gittikleri ülkeleri Dünyanın önde gelen ekonomilerine ciddi katkılar sağlayabililer miydi? Öyleyse çuvaldızı başkalarına batırmadan, iğneyi kendimize batıralım ve köyümüzü köylümüzü kalkındıracak, onların milli gelirden hak ettikleri payı alabilecekleri önlemleri bir an önce alalım.
Yazımın başında da ifade ettiğim gibi kalkınma köyden başlar. Üreten değil de tüketen bir toplum olduğumuz sürece kalkınıyoruz, ekonomimiz büyüyor diyerek kendimizi kandırırız. Devekuşu başını kuma gömse de arkası her zaman açıkta kalacaktır. Öncelikle vergi yasalarımızda köylüden alınan haksız vergilerin kaldırılmasıyla başlayabiliriz. Lüks yat sahipleri ve özel uçak sahiplerinden alınmamakta olan ÖTV, maalesef köylümüzün üretimde harcadığı akaryakıttan ziyadesiyle alınmaktadır. Tarımda harcanan elektrikten tarımda kullanılan ilaç ve tohum giderlerine kadar alınmakta olan vergiler, mutlaka gözden geçirilmelidir. Köylümüze vereceğimiz destekler ile tüketimi değil de üretimi artırmalıyız. Toprağımızın üretim kapasitesini köylümüzüm üretim kabiliyeti ile bir araya getirebilirsek elbette üretimimiz ve bu bağlamda köylümüzün geliri de artar. Köy bakkalında ekmek, yumurta, paket piliç ve un mamullerinin satılmakta olması, köylümüzün üretimden kopmakta olduğunun da açık bir göstergesidir. Üretmeyip sadece tüketime yönelen ülkelerin, zamanla ekonomik bağımsızlıklarını da kaybederek üreten toplumların pazarı haline gelecekleri asla unutulmamalıdır.
Tarımsal üretim, ülke ticaret ve ekonomisinin motorudur. Köylümüzün gelirinin artması, ekonomimizde çarpan etki yapacak ve diğer sektörlere de canlılık katacaktır. Küçük bir örnek vermek gerekirse Kayserimizde pancar avansları ve pancar bedellerinin dağıtımında merkez il ve ilçe esnafı bayram etmiyor mu? Köylümüz kazancını birilerinin yaptığı gibi yurt dışına kaçırmaz, kendisi ve aile fertlerinin ihtiyaçları için harcar. Köylümüz, kazancıyla tekstilden beyaz eşyaya, otomobilden, traktörden tarım alet ve makinalarına harcama yapar ve bu sayede de ekonomimiz büyük bir canlılık yaşar.
Şu sıralar hasat ve harman telaşına girmek üzere olan köylümüzün mahsülünün bol ve bereketli olması en büyük dileğimizdir.