başkalarına değil herşeyden önce kendine anlatmaya çalışacaktır.” S. Zweig

 

Kendimizi tanımakla ilgili çabamız elbet sancılı bir arayışı gerektiriyor ve getiriyor da zaten. Bütün aramaların (arayışların) sonucu amaçlanan ya da amaçlanmayan bir bluşla noktalanıyor. ‘Ben’ denen ummanı eğer bilmiyor ve öğrenmek için yelken açıyorsak neyle karşılaşcağız? Bu seferde kaptan ‘kendi’miz olacak. Önümüze serdiğimiz öz haritamızda işaretli olmayan nice yeni yerlere uğrayacak

 

yolumuz, mutlaka kendi hakkımızda öğrendiğimiz her şey yepyeni bir keşif olacaktır. 

 

Kimi zaman, her gün geçtiğimiz bir caddede daha önce hiç farkına varmadığımız bir lokantayı aç olduğumuz gün nasıl keşfediyor ve daha önce nasıl ve neden göremediğimize hayret ediyorsak; aynı durum içimizin caddelerinde gezerken de karşımıza çıkacaktır. Yeter ki aç olalım. 

 

 

İhtiyaç duyduğunuzda sözlük karıştırdığınız olmuştur. Hedeflediğiniz kelimeyi ararken dikkatiniz dağılıp anlamını o güne kadar bilmediğiniz bir sürü kelimenin varlığını farkedip, hesapta olmayan yeni kelimeler öğrendiğiniz de olmuştur. İşte ‘ben’ lügatine sık sık müracaat ettiğinizde bilmediğiniz nicelerin farkına varmanız işten bile değildir.

 

 

Keşfetmenin en güzel yanı idrak etmeyi sağlaması olabilir. Daha önce bilinip söylenen, yazılan ve başkalarına malum olan bir şey bile olsa onu yeniden keşfetmeniz en güzel şekilde idrak etmenizi sağlayacaktır. Belki ‘yakin’ bu idrak ediş biçimidir. 

 

 

Sobanın can yakacağı bilinir. Buna ‘ilmel yakin’ deyin. Ama dokunduğunuzda canınız yanar. İşte bu dokunma anında o yakıcı bilgiyi siz yeniden keşfeder, onaylar, idrakine varırsınız. Buna ‘aynel yakin diyebilir miyiz? Adı ne olursa olsun içinizdeki ateşe elinizi uzatın ve alın o bilgiyi.

 

‘Kendi’miz sözkonusu olduğuna göre biraz daha meraklı, çok daha cesur yürekli, iyi ve çalışkan bir talebe olmalıyız. Çünkü talibi olduğumuz bilgi aynada gördüğümüz beden ve onun derinlikleridir. Aradığımız inci ya da fosil her neyse yüzeyde olmadığı kesin bana sorarsanız. Üstelik yaratılışımız gereği kendi keşfettiğimiz şeylere daha iştahlı, daha saygılı olduğumuz, gerçek bir değer verip sevdiğimiz başka bir gerçek değil mi?

 

Hal sır değildir

 

İnsan kendi sırrına ermek için çabalar durur. Bu çabalayış sırasında elde ettiği verilerle vardığı sonuçlar genellikle yanıltıcı bir değişkenliğe sahiptir. Verilerin yanıltıcılığı ve değişkenliği neden sözkonusu olur? Ki oysa değişim ve değişkenlik insanın belirleyici özelliklerinden biridir. O halde geçirdiği değişimlerle ve gösterdiği değişkenlikle insan kendini yanıltıyor ya da gözlemlerinin sonucunda yanılıyor demektir.

 

Değişimin nedeni şartlar ve ortamın oluşturduğu etkilerdir. İnsan kendini teşhis ve tespit ederken bunu çoğunlukla ihmal eder. Bu ihmal ya da dikkatsizlik insanı kendinden ve arayıp durduğu öz gizinden uzaklaştırır. Bu uzaklaşmanın sonunda insanın teşhisi ve tespiti, içinde bulunduğu hali tanımlamaktan öte gidemez. Halini tespit etmeyi başaran insan kendisini içinde bulunduğu halden ibaret sanıverir.

 

 

Sır halde değil bileşimdedir. Çünkü hal şartlara ve ortama bağımlı değişkenlik gösterir. Ama bileşim her şart ve ortamda kendini korur. Hal ise ortam ve şartların getirdiği yoğunluk farklarıyla bu farkların oluşturduğu değişkenlikten ibarettir.

 

 

İnanmıyorsanız suya bakın. Su buz iken, bu hale uygun ortam ve şartlardadır. Oysa onu etkileyen faktörler değiştiğinde su da bu değişimle doğru orantılı bir değişim sürecine girer. Erir, sıvılaşır. 

 

 

Etkenlerin değişimi sürdükçe su buharlaşmaya başlar ve gaz haline gelir. Ki gaz oluş da bir haldir. Burada dikkat çekici bir husus daha kendiliğinden gündeme gelir. Değişimde edilgen olanın, değişime maruz kalanın değişimi her ne kadar vuku buluyor olsa da bunun asıl nedeni etkenlerin değişimidir. Ve değişimde süreç içerisinde gelinen her nokta bir haldir. Bu hal ise asla aranan sır değildir. Sır, halin değişkenliğinin şuurunu da kapsar elbette. Sırrın aslı ise bileşimdedir. Yani suyun sırrı hangi halde bulunursa bulunsun iki hidrojen ve bir oksijen atomundadır. 

 

 

İnsan da kendi sırrını ararken; hallerin ve etkenlere bağımlı değişimin sırrına varmakla birlikte kendi özgün bileşimini oluşturan unsurların ve bu unsurların bileşim oranını bulmaya yönelmelidir. 

 

 

Nitelikteki sırrı keşfettiğimizde nicelikteki bileşimi, değişimi de kavramamız kolaylaşacaktır. Böylece beklediğimiz değişimlerde edilgen olduğumuz noktaları farkedip, kendimizi etken olarak değişimin merkezine koyacak ve arzu ettiğimiz değişimi de gerçekleştirebileceğiz.