Bazen düşünüyorum, tüm bu tehlikeler ve tehditler bir paranoyadan mı ibaret diye. Çünkü tür ve çeşitlilik bakımından bu kadar yoğun ve değişken bir tehdit/tehlike çok akla yatkın gelmiyor. Bir gariplik var diye düşünmeden edemiyorum. Acaba sürekli korkutularak kandırılıyor muyuz, birileri bizi bu paranoyak düşüncelerle manipüle mi ediyor diye düşünüyorum.

Öte yandan, hergün gündeme gelen yeni tartışma konularına, yepyeni gündemlere bakıyorum da tamamen paranoyakça olmadığını, gerçekten birçok tehdit ve tehlike altında yaşadığımızı da hissediyorum. Başta Pkk olmak üzere bir çok terör örgütünü, İran, Irak, Suriye, İsrail’i, öte yandan Avrupa Birliği üyelerinin yaklaşımlarını, Amerika’nın hesaplarını, Rusya’nın hayallerini düşününce dışarıya karşı içim rahat etmiyor.

İçeride bakıyorum, her an alev almaya, patlamaya hazır bir sürü ihtilaf mevzumuz var. Her an bir yaramıza dokunarak bizi birbirimize düşürecek düzinelerce mesele. Laiklik, şeriatçılık, Alevilik, Sünnilik, sağcılık, solculuk, etnik kökenlerimiz vs. gibi bizi hassas dengelerle bir arada yaşamak zorunda bırakan hassasiyetlerimiz var. Zaman zaman bu hassasiyetlerimize yönelik provakasyonlarla sokaklara dökülüp birbirimize düşmüyor muyuz?

Hakikaten bu ülkede halk/yurttaş/millet/vatandaş olmak çok zor. Düşünsenize, birine göre milletsiniz, ötekine göre halksınız. İktidarda bulunanın tanımına göre her defasında yeniden tanımlanıyorsunuz. Halksanız size rağmen halkçılık yapıyorlar, milletseniz size rağmen milliyetçilik. Bizi gerçekten düşünen biri var mı? Kendini bizden ayrı gayrı görmeyen, bizim rağmımıza bize kendi gömleğini giydirmeyi dayatmayacak bir babayiğit var mı? Öyle birinin varlığını görmek ve sonuna kadar inanmak istiyoruz.

Aslında halkın da milletin de yakınmaya, şikayet etmeye hakkı yok. Çünkü onlar kendileri gibi olanların iktidarı için ölmeyi, öldürülmeyi göze almış bir kesin inançla bağlılar. Kendi taşıdığı inancı sorgulamayan biri nasıl kendini yöneteni sorgulasın. Zaten kendi inancı hiç sorgulamadan bir yere bağlanma üzerine kurulu. Zaten kendi inancı, babasından, dedesinden, ağabeyinden tevarüs eden, miras kalan ya da aynı havayı teneffüs etmekten mütevellit hastalık gibi bulaşan bir şeyden ötede değil.

Sorgusuz sualsiz bu inançlar Parti amblemlerini puta dönüştürüyor, partilerin liderleri kutsal peygamberler gibi algılanıyor, parti binaları kıblegah oluyor adeta. Koskoca memleket, koskoca bir paganist mabede dönüşüyor. TBMM milletin meclisi değil de Olimpos mu olacak bu ilkel kabile dininde... Eğer bu kabile itikadı kabul etmeyenlere de zorla dayatılırsa doğal olarak birileri de prometeus postuna bürünecek. Kimse kusura bakmasın.

Yazının başlığına ortak akıl dedik. Uzun uzadıya tarife gerek duymuyorum. Adı üstünde ortak akıl. Herkesin birazcık, yani ortalamada, birlik ve beraberlikte, ortak menfaatlerimizde buluşabilecek kadar aklını başına devşirmesinden ibaret bir ortaklık. Menfaat kelimesinin altını da özellikle çizeyim. Hep birlikte zarar edip dükkanı kapatmamak, edebiliyorsak ortakça paylaşabileceğimiz kadar kâr edebilmek için ortak bir akıl gerekiyor bize.

Yoksa ne mi olacak? Onu da söyleyeyim. Kardeşin hanımına kürk almış, sen ondan daha çok çalışıyon, sen olmazsan o şirket olmazdı vs. türünden hanım kışkırtmalarıyla bölünen ya da dağılan aile şirketleri var ya. Onlar gibi olmak işten bile değil. Dimyata pirince giderken evdeki bulguru unutmayan bir akıl. Ben bu millette o aklın mevcudiyetine inanıyorum. Darısı maskeli süvarilerimizin başına...