İstanbulun fethinde kullanılan ve zamanının en güçlü silahı olan ŞAHİ toplarının yanında havan toplarının da mucidi olan Fatih Sultan Mehmet’ten sonra ne yazık ki bilime ve bilim insanlarına hak ettikleri değer verilmemiş, harika sayılabilecek icatlarda bulunan bilim insanları, o dönem yobazlarının etkisiyle ödüllendirilmek bir yana cezalandırılmışlardır. Sultan II. Selim ve II. Abdülhamit döneminde bazı gelişmeler oldu ise de dört bir yanından saldıran düşmanlarına karşı savunmak için kendi silahını dahi üretemeyen Osmanlı imparatorluğu, maalesef çöküşten kurtulamamıştır.
Türkiye Cumhuriyetinin kurtarıcı ve kurucu lideri, ilk Cumhurbaşkanı Atatürk, bu noksanlığın farkında olduğu için, o günlerin kıt imkanlarıyla sanayi tesisleri ve fabrikalar kurdurmuş, üniversiteler açmış, bilime ve teknolojik gelişmeye ziyadesiyle önem vermiştir. Onun vefatından sonra ise emperyalistlerin içimizden satın aldıkları hainlerin de katkılarıyla, her türlü teknolojik gelişmeye engel olabilmek için var güçleriyle çalışmışlar ve ne yazık ki bunda da muvaffak olmuşlardır. Metal gövdeli ilk savaş uçağını ve ilk yolcu uçağını yapan, tersanelerinde gemilerini kendisi yapma çabasına giren Türkiyenin bu atılımları engellenmiş, ülke dışına eğitim ve öğretime gönderilen genç beyinlerin bir çoğu şer güçler tarafından avlanmış, Güney Korenin dahi henüz otomobil sanayini oluşturamadığı bir zamanda kendi otomobilini yapma uğraşına giren Türkiye, saçma sapan gerekçeler ile yerli otomobil üretiminden vazgeçirilmiştir.
Son on yılda ise kendi İHA ve SİHA’sını, kendi uçağını, helikopterini, savunma silahlarını kendi imkanlarıyla yapan Türkiye, yoğun bir teknoloji üretim ve gelişim çabasına girmiş, bu konuda ciddi gelişmeler sağlamıştır. Her ne kadar bu konuda ciddi mesafeler kat edilmiş olsa da gelinen nokta yeterli değildir. Teknolojik gelişmelerin süratle ilerlemekte olduğu dünyamızda, gelinen nokta yeterli değildir. Türkiye ne kadar teknolojik gelişim sağlasa, farklı siyasi ve ekonomik paktlar içine girse de haçlı zihniyeti hiçbir zaman kirli emellerinden vazgeçmemiş, zaman zaman uygulamaya koyduğu ekonomik ve siyasi ambargolarla iğrenç yüzünü göstererek emperyalist emellerinden vazgeçmediğini göstermiştir. Türkiye hem NATO hem de Birleşmiş Milletler üyesi olmasına rağmen, her zaman müttefiklerinin ihanetleri ve kalleşlikleri ile muhatap olmaktan kurtulamamıştır. Günümüzde yaşamakta olduğumuz NATO müttefikimiz Amerika’nın ekonomik saldırısı da bunun açık bir delilidir.
Maalesef uluslar arası hukuk kuvvete dayanmakta ve güçlü olanlar her zaman haklı olduklarını ilan edebilmektedirler. Güçlü olabilmemiz için teknoloji ithal eden değil, en kısa zamanda kendi teknolojisini üretip teknoloji ihraç eden bir ülke olmak zorundayız. TÜBİTAK gibi ülkemiz bilim kurumlarının dikkate değer bulmayıp reddettiği projelerin, başka ülkelerde ödüller kazanmakta olmaları bizleri derinden yaralıyor. Bu ve benzeri kurumlarda ehil olmayan partizan yandaşlar yerine, bilgisiyle kendisini ispatlamış bilim insanlarımızın söz sahibi olmaları en büyük dileğimizdir. Sayın Cumhurbaşkanımızın 2023 ihracat hedefi olarak açıkladığı 500 Miyar dolar, gerçekleşmesi mümkün olamayan bir hedef değildir. Günümüzde ihracat ürünlerimizin envanteri incelendiğinde ileri teknoloji ürünlerinin olması gereken miktarlarına henüz yeterince yaklaşılamadığı görülmektedir. İhracat yapmakta olan hiçbir sektörü küçümsemek niyetinde değiliz ancak bir konteyner mobilya ile bir konteyner cep telefonu ya da bilgisayarın aynı değerde olmadığını bilmemiz gerekiyor. İleri teknoloji, otomobilden uçak sanayine, cep telefonundan bilgisayar üretimine bir çok ürünün temelini oluşturur. Bu nedenle kendimize has teknolojik gelişmeleri çağın gereklerine göre üretmeli ve dış ülkelere ihraç edebilmeliyiz. Bu konudaki geri kalmışlığımızın sebebi, asla Türk insanı olamaz. Vaktiyle göndermiş olduğumuz eğitimsiz insanlarımızın da katkıları ile günümüzdeki gelişim noktasına gelen Avrupa’dan da anlaşıldığına göre kusur insanımızda değil, onu eğitip yönlendiremeyen sistemimizdedir. Bir çok ülkenin deneyip çöpe attığı eğitim sistemlerini bir yana bırakıp, kendi bünyemize uygun olan gerçekçi bir eğitim sistemine geçilmeli ve geleceğin bilim adamlarını bir an önce yetiştirmeliyiz.
Sadece bilişim, mekanik sistemler ve makine üretiminde değil, Tarımda da ileri teknoloji uygulamalarına bir an önce başlamalı, üreticilerimiz hem modern tarım teknolojilerinden haberdar etmeli, hem de gerekli modern tarım alet ve makineleriyle donatılmaları gerekmektedir. Bu gereklilik, çocuklarımızın geleceği açısından gereklilikten ziyade mecburiyettir. Bu konuda en büyük görev Araştırma Enstitüleri ve Tarımsal üretimin takip ve koordinasyonundan sorumlu Tarım ve Orman Bakanlığına düşmektedir. Nüfusumuzun ciddi bir kısmı kırsalda bitkisel ve hayvansal üretim alanlarında yaşayıp, ülke ihtiyacına yeterli ve ihracat odaklı bir çok bitkisel ve hayvansal ürünü üretme potansiyel ve kabiliyetine sahip olmamıza karşın ithalat ile gıda ihtiyaçlarımızı karşılamakta olmamız utanç vericidir. Bu konunun ciddiyeti henüz kavranamamış olduğundan birkaç seferdir Tarım Bakanlarımız Ziraat Mühendisliği ve Veterinerlik dışındaki mesleklerden atanmaktadır. Bitkisel Üretimin başına ise üretmekten ziyade ithalatı savunan bir bürokrat göreve getirilebilmektedir.
En kısa zamanda yanlışlardan vazgeçilerek en doğru hedeflere odaklanılması dilek ve temennimizdir.