Günlük hayatta ve dizi filimlerde “Ahmet efendi” ya kapıcıdır, ya da ortalık temizliği ve çay kahve ikramı yapan müstahdem, yani “hizmetli”dir. Bir vatandaş, talebini iletmek üzere bir resmi daire amirinin karşısına çıktığında sözlerine “Ahmet efendi” diye başladığında girdiği müsabakada başlangıçta beş-sıfır yenik başlamış demektir. Olacak bir işi, bu hitabı yüzünden daha başlangıçtan itibaren olmaza doğru seyreder. Maalesef yapılan saldırılar sonuca ulaşmış ve günümüzde efendilik, saygın bir ünvanı temsil edemez bir hale getirilmiştir..
Bey’lik ise hem güc’ü hem de varlığı bünyesine kattığı için yetkili bir daire amirine veya varlıklı biri ise ona “Ahmet bey” diye hitab edilir. Bey’lerin eski tabir ile efendi olmalarına gerek kalmamıştır. Bu kişilerin ekseriyeti saygıyı hak etmiş olsalar da olmasalar da bunlara mutlaka “Ahmet bey” diye hitab edilir. Bu kişilerin bazıları öylesine havalanır ki, kendilerini yönetmekte oldukları kitlelere Allah’ın lutfu gereği gönderildiklerini sanırlar. Bunların ayağını yerden kesip havalandıranlar ise genellikle çevrelerine yuvalanmış olan yağcılar, diğer bir tabir ile yalakalardır. Öyle ki “Ahmet bey” dedikleri kişi geğirerek mide gazını çıkardığında dahi “aynen buyurduğunuz gibidir beyim” diyerek yalakalık yaptıkları kişilerin ayaklarını yerden keserler. “Sen heykeli dikilecek adamsın Ahmet bey” dedikleri kişinin sahip olduğu gücü kaybetmesi ihtimali görüldüğünde ise bu yalakalar, heykelini dikmeye kalktıkları Ahmet bey’i tepesi üstü yere dikerler. Allah cümle beylerimizi böyle yalakaların yakınlık ve dostluklarından korusun.
“Ahmet ağa” ünvanı ise günümüzde kırsal bölge halkı içinde varlık sahibi olmuş kişilere uygun görülen bir ünvandır. Ahmet ağa’nın yüksek öğrenim görmesi veya görgü kurallarına pek de fazla uyması beklenmez. Varlık sahibi olması yeterlidir. Yüksek öğrenim görüp köyüne dönmüş, tarımsal üretim ile veya şehirde ticaret yaparak varlık sahibi olmuş, başında kasketi veya (şimdilerde pek giyilmese de) fötr şapkası var ise o kişi “Ahmet ağa”dır. Ahmet ağa, yüzyıllardır değişmeyen bir gelenek ile gittiği yerde samur kürkü gereği altına kaba minder konulan, ziyaretine gittiği resmi ve özel kuruluş yöneticilerinin “buyurun Ahmet bey” diye yer gösterip kahve ısmarladığı saygın kişidir. Eskiden Ahmet ağalar, yelek düğmeleri arasından şimendifer marka köstekli saatin zincirleri sarkan, başı föterli, bir adım gerisinde yürüyen kahyalarıyla birlikte gezerlerdi. Zamanla kahyalar da “Ahmet ağa” olunca kahyasız gezmeye, hatta fötr şapkayı da çıkarıp açık baş ile gezmeye başladılar.
Bu ünvanları ve anlamlarını bilerek köyünde yaşamakta olan hiçbir Ahmedimiz, “Ahmet efendi” olmayı kabullenmek istemez. Yüksek öğrenim görüp bir dairede amir veya bir şirkete sahip olup “Ahmet bey” olamayacağına göre ona düşen “Ahmet ağa” olabilmektir. Köydeki hayatını terk edip şehre indiğinde ne yapsa ne etse “Ahmet bey” olmasının kolay olmadığı, hatta mümkün görünmediğini bildiğine göre ona düşen köyünde çabasıyla çalışkanlığıyla “Ahmet ağa” olmaya çalışmaktır. Ahmet ağa olmak çok mu zordur? Biraz zor olmakla hiç de imkansız değildir. Yeter ki zamanını, toprağını, sahibi olduğu imkanları zamanında ve yerinde kullanabilsin. Gözünün önündeki örnekleri iyi analiz ederek çalışması uğraşması halinde “Ahmet ağa” olması hiç de zor değildir. “Bir simit ile öğün savmaya razıyım, inekden danadan uzak olayım” diyen karısı Haticenin lafına bakıp şehre göç eden ve aylık asgari ücret’e razı olup, sabahın köründen, yatsı vaktine kadar, haftanın altı günü canı çıkasıya çalışan komşusu Ahmet’in, “çocukların ne sakızına ne de cips’ine güç yetiremiyorum, bir misafir gelecek diye ödüm kopuyor, ikram edecek ne tavuğum, ne de pirincim var” diye dert yandığını bilmektedir. Komşusu Ahmed’in köy kahvesinde okey oynamaktan, damdaki ineği danayı karısı Haticenin eline bıraktığı, besi yapıp da sattığı tosunun parasında, emeği var diye ne Haticenin koluna bir bilezik, ne de üstüne başına allı güllü fistan almadığı için sonunda Ahmed’e şehre gidelim diye Hatice gelinin ısrar ettiğini bilmektedir. Ne yazık ki köylerimizde bir yandan evin ekmeğine aşına, bir yandan çoluk çoğun üstüne başına yetişemeyen Hatice gelinler ziyadesiyle çoktur. Hele bayram tatillerinde şehirden köye bayramlaşmaya gelen Ayşe gelinin, Şerife gelinin ve diğerlerinin, şehir avratları gibi kaşı gözü makyajlı halleriyle eski günlerini unutup da “Kız Hatice ne bu halin üstün başın ahır kokuyor, sana ne faydaları var, sattır Ahmed’e de çıkın gelin şehre” diye hava atmaları yok mu, bu sözler Hatice gelin’i çığırından çıkarıp da Ahmet’i şehre gitmeye ikna etmemiş miydi. Ahmet her ne kadar sıkıntı içinde olsa da köye geldiğinde zaman zaman beylik taslasa da dili ayrı, yüzü ayrı konuşuyordu. Aldığı maaşı yetiremeyince Pazar günleri de bağ bahçe sahiplerine çapa yevmiyesine veya inşaata çalışmaya gittiği için çoluk çocuk baba yüzüne hasret, yüzlerinde kara bulutlar dolaşmıyormuydu.
Köyünde yaşamakta olan Ahmetlerimiz, köy kahvesinde boşu boşuna zaman öldüreceklerine, ahıra bağladıkları üç beş dana ve düvenin bakımında eşlerine yardımcı olsalar, ahır içinde biriken gübreyi ahır dışına taşıdıkları gibi gerektiğinde sağım makinesi alarak eşlerini süt sağımından kurtarsalar, verasetten intikal eden bir-iki parça tarlanın yanında şehre göç eden veya Almanya’ya giden komşularından tarla icarlayıp ek kazanç peşinde koşsalar, ne banka borcu, ne de kooperatif borcu kalır. Kendisi “Ahmet ağa” olurken, eşi Gülümser de kolunda bilezikleriye her gün bayramlık giyer gibi güzel giysiler içinde “Gülümser hanım” olmaz mı.. Anadolu kadını asla bencil değildir. Erkeğinin çalıştığını, uğraştığını ve güç yetiremediğini gördüğünde mutlaka gelip uğraşılan işin öteki ucundan tutar. Yeter ki erkeğinin tembellik etmeyip çalıştığını ve uğraştığını görsün.
Milletin temeli ailedir, Aile yapısı sağlam olan toplumlar, güçlü toplumlardır. Ailenin gücünü ise erkeğiyle kadınıyla müşterek iş ve gönül birliği ile yapılacak olan çalışmalar oluşturur. Köylerimizde yaşayan Ahmetlerimizin “Ahmet ağa” olmasını istiyorsak onları, eşlerini kızlarımızı eğitelim, çalışmaları ve üretmeleri konusunda teşvik edelim, doğdukları yerde doymalarını sağlayalım. Köylerinde Ahmet ağa’ları, gülümser hanımları olan bir toplumun zenginliği, beyaz eşyadan konfeksiyona, otomotivden gıda sektörüne çarpan etkisi yapar ve bu sayede ekonomimiz büyük bir canlık kazanır. Köylerimizin Ahmet ağalarla, Gülümser hanımlarla dolu, gayretli, mutlu ve sağlıklı olmaları dileklerimle geleceğin Ahmet ağa’larını şimdiden kutluyorum, sağlıcakla kalın.