Ben Muhsin Yazıcıoğlu ismini ilk kez Milliyetçi Çalışma Partisi’nin kurucu genel başkanı olarak duymuştum. Alpaslan Türkeş’in siyasi yasağından dolayı partinin başındaydı. O vakitten sonra Muhsin Başkan’ın efsanevi kişiliği hakkında bilgi sahibi olabildim. Gençtim. Yaşım O’nun kimliği, kişiliği hakkında bilgili olmaya müsait değildi.

 

 

 

Ardından Muhsin Yazıcıoğlu Milliyetçi Çalışma Parti’sinden ayrılarak Büyük Birlik Partisini kurdu. Bu ayrılış ve gerekçeleri Muhsin Başkan’a özel bir yakınlık duymama sebep olmuştu. O dönemde, BBP’yi takip etmeye, Muhsin Başkan’ın ve temsil ettiği hareketin düşünce dünyasını anlamaya çalıştığım bir dönemdi. Çevremdeki arkadaşlarımla da bazı sohbetlerimizin konusu kendisine duyduğumuz ilgi ve muhabbet oluyordu. Bu sohbetlerden birinde Başkan’ı tanıyan arkadaşlarımdan biri cebinden çıkararak bana Muhsin Yazıcıoğlu’nun kartvizitini verdi. Bu kartviziti kendimi ayrıcalıklı biri gibi hissederek aylarca cüzdanımda taşıdım. Bir gün yine bu tür sohbetlerden birinde ben de konuştuğum arkadaşıma böbürlenerek cebimden kartviziti çıkardım. Konuşmalarımız birden bire acaba bu kartvizitteki telefonla Başkan’a ulaşabilir miyiz? O’nunla görüşüp kendisine olan yakınlığımızı ifade edip üzerimize ne düşüyorsa öylece yanında olduğumuzu söyleyebilir miyiz? Sorularında odaklandı.

Çok sevdiğim bu dostumla bir karar verdik. Şansımızı deneyecek, mümkün olursa Muhsin Yazıcıoğlu’yla bizzat görüşecek, aklımızdan geçenlerle birlikte gönlümüzdeki duygularımızı da kendisine iletecektik. Dostum Ankara’da yaşadığı için kartviziti ona verdim. O da Ankara’ya döndüğünde Büyük Birlik Partisi’nin genel merkezini, yani o kartvizitteki telefon numarasını aradı. Telefonla ulaşabildiği kişi, o dönemde partide önemli bir yere sahip olan Hasan Çağlayan’dı.

Dostum Hasan Çağlayan’la görüşmesinde Muhsin Başkan’dan randevu talep etti. Talebimizin tek bir gerekçeksi vardı. Kendisiyle tanışmak. Bu telefon görüşmesinde Hasan Çağlayan arkadaşımın telefon numarasını almış ve geri dönüş yapılacağını söylemişti.

Muhsin Yazıcıoğlu bahsettiğim dönemde partisinin 7 milletvekili ile TBMM’de milletvekili idi. Henüz askerliğini bile yapmamış, makul ve mantıklı hiçbir gerekçesi olmayan iki genç, o günlerde Türkiye siyasetinde kilit noktada bulunan bir partinin genel başkanından randevu istiyordu. Densizlik mi denir, yoksa hadsizlik mi? Bilemiyorum, ama gençlik heyecanıyla ve kendisine duyduğumuz sevgi nedeniyle böyle anlamsız bir girişimde bulunduk ve sonucuyla ilgili herhangi bir ümidimiz de yoktu.

Aradan bir müddet geçtikten sonra Ankara’da yaşayan arkadaşım beni telefonla aradı. Sesi şaşkın ve heyecanlıydı. Hemen biletini al, Ankara’ya gel, Muhsin başkan şu tarihte görüşmek üzere bize randevu verdi dedi. Ben de şaşırdım ve şaka yaptığını zannettim. Fakat ciddi idi.

Biletimi alıp Ankara yollarına düştüğümde ne halt ettiğimizi bir nebze anlamıştım ama iş işten geçmişti. Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu sıradan, hem de arka sıralardan iki gence randevu vermişti. Biz ise bu randevuda bir araya geldiğimizde ne diyeceğimizi bile bilemiyorduk. İşte yol boyunca kendisine neler diyeceğimizi uzun uzun düşünme fırsatım oldu.

Randevu günümüz bir Cuma günüydü. Cuma namazı saatine yakın bir vakitti. O gün arkadaşımla birlikte TBMM’ye gittik. Başkan’ın odasının önünde beklemeye başladık. İçerde Muhsin Reis birileriyle hiddetli bir şekilde konuşuyor, sesi öfkeyle yükseliyordu. Biz süklüm püklüm olmuştuk. İçerde gürleyen bir başkan vardı. Muhsin Başkan’ın hanımı ve çocuğu görüşmelerinin bitmesini bekliyorlardı. Derken kapı açıldı, içeriden süt dökmüş kediye dönmüş bir heyet çıkıp gitti. Bu heyetin terör sorunuyla ilgili bir görüşme yapmak üzere gelen bir heyet olduğunu ve teklifleriyle Reis’i kızdırdıklarını da öğrendik.

Cuma vakti yakın olduğu için, bizimle birlikte bekleyen üç dört kişilik yaşlı bir gurubu da odasına aldı. Önce onların problemlerini dinledi. Sivas’ın bir köyünden gelmişlerdi ve köylerinin su problemiyle ilgili yardım talep etmek amacıyla gelmişlerdi. Onları dinledikten sonra hemen bir telefonla bir yerleri aradı ve bu sorunla ilgilenmelerini söyledi ve yaşlıları gönderdi. Sıra bize gelmişti.

Bize buyrun gençler sizin derdiniz nedir diye sordu. İki gençtik ve kendi aramızda sözcü olarak ben seçilmiştim. Rahmetli Muhsin Başkan’la hayatım boyunca unutamayacağım aşağı yukarı yarım saatlik bir sohbetimiz oldu. Reis’e dedim ki, başkanım bizim bir derdimiz, bir talebimiz yok. Yalnızca sizi sevdiğimiz, yakından tanımak istediğimiz, görüşlerinizi birinci dereceden sizin ağzınızdan duymak istediğimiz ve yolunuza katılmak istediğimiz için görüşme talep ettik. Aslında buranın Büyük Millet Meclisi olduğunu, sizin bir partinin genel başkanı ve milletvekili olduğunuzu biliyoruz. Değerli vaktinizi bize ayırmış olmanız bile bize verebileceğiniz en güzel cevaptı. Fakat bizimle görüşmeyi kabul ederek, Hz. Peygamber’in kimseyi ayırt etmeden görüşmesi gibi peygamberi bir tavır olarak görüyoruz. Çünkü biz biliyoruz ki, diğer genel başkanlarla bırakın görüşmeyi, sekreterlerine bile ulaşamazdık dedim.

Bu sözlerimin ardından Muhsin Yazıcıoğlu kendisi duygulandığı gibi, bizleri de duygulandıran konuşmalar yaptı. O da bizlerin koltuğunu kabartan iltifatlarda bulundu. Özellikle tavrını Hz. Peygamberin (sav.) tavrına benzetmemizden çok etkilenmişti. Ayrılırken ayağa kalktı ve bizi kelimenin tam anlamıyla muhabbetle, bir ağabey gibi kucakladı. Bu görüşme hayatım boyunca kendisini bütün vasıflarının yanı sıra bir abi olarak kalbimde taşımama sebep olmuştur.

Vefat ettiği gün, neden ağladığımı bilmeyen kızım benimle birlikte ağladı. Benim gözyaşı dökmeye değecek kadar sevdiğimi çocuk kalbiyle anlayarak, benimle birlikte ağladı. Söz uzadı, yara açıldı. Vefatının dördüncü yılında Muhsin Yazıcıoğlu’nu muhabbetle, rahmetle anıyorum. Devletten katillerinin bulunmasını bekliyor, Rabbimden de O’nun katline sebep olan sırları açığa çıkarmasını, bu kanlı ihanete bulaşanları dünya ve ahrette cezalandırıp zelil etmesini diliyorum.