Bu konudaki ilk ciddi adım, 1997 yılında Japonyanın Kyoto şehrinde 178 ülkenin katılımıyla yapılan bir toplantıda, sera etkisi yapan karbondioksit ve diğer zehirli gazların atmosfere salınımının artması sonucu, yükselmekte olan küresel ısınmanın insanlığın geleceğini tehdit edecek seviyelere yükselmiş olması ve buna karşı alınacak önlemler ile ilgili kararların bir an önce hayata geçirilmesi görüşülmüştü. Bu görüşmeler sonucunda protokole imza atan sanayileşmiş ülkeler 1990 yılında tesbit edilmiş olan zararlı gaz salınım oranlarını 2008-2012 yılları arasında %5 oranında azaltmayı taahhüt etmişlerdi. Düşük salınım oranlarına sahip ülkelerin ise bu oranlara yükselebilmelerinin anlayışla karşılanacağı bu toplantıda belirtilmişti.

Bu protokolün Uluslar arası hukuk çerçevesinde bağlayıcı olabilmesi için zararlı gaz salınımından en az %55 oranında sorumlu olan ülkelerin protokole imza koyması gerektiği şartı vardı. Rusyanın bu protokolü imzalamakta tereddüt göstermesinin, kendi lehine bazı kararlar alınması beklentisinden ve bu protokol hükümlerinin Rusyanın ekonomik büyümesine bazı sınırlamalar getirmesi endişesinden kaynaklandığı kanaatine varılmış olsa da Rusya 2004 yılının Eylül ayında bu protokolü destekleme kararı almıştı. ABD ise 2001 yılında bu anlaşmadaki protokol hükümlerinin, Amerikan ekonomisinin gelişimine zarar vereceği bahanesi ile 2001 yılında o zamanki başkan George W. Bush imzasıyla protokoldeki imzasını geri çekti.

Küresel kirlenme sonucu iklim değişikliklerinde en az paya sahip olmalarına karşın en çok etkilenen ülkeler ise gelişmekte olan ülkelerdi. Küresel ısınmanın sebep olduğu doğal afetler, bu ülkelerin ekonomilerinde telafisi çok zor olan zararalar açmaktaydı. Bu ülkelerin karbondioksit salınımında özel bir hedefleri olmamakla birlikte, salınım düzeylerini bildirmek ve ulusal çapta küresel kirlenmeyi önleyecek programlar geliştirmek zorundaydılar. 2012 yılında Katarda yapılan Birleşmiş Milletler iklim değişikliği konferansında Kyoto protokolünün uygulanması 2020 yılına kadar uzatıldı. Halen 27 üyeli Avrupa Birliği ülkeleri ile Avustralya ve bir çok sanayileşmiş ülke karbondioksit salınımlarını 2020 yılına kadar azaltmaları yönündeki kararları imzalamalarına karşın, Dünyayı en çok kirleten ABD, Hindistan ve Çin bu protokole imza koymadılar. Sonuçta Dünyamızı destursuzca kirletmeye devam kararı alan bu ülkeler, doğal afetlerle yüz yüze yaşamaya devam etseler de küresel kirlenme ve küresel ısınma sonucu ortaya çıkan doğal afetlerden milyarlarca dolar zarara uğradıkları ve uğramakta oldukları bilinmektedir.

Umarsızca kirletme olduğumuz bu gezegen hiçbir ulusun malı olmayıp, bizden öncekilerin yaşadıkları gibi bizden sonrakilerin de yıllarca huzur içinde yaşamaları gereken bir gezegendir. Her nesil ömrü süresince yaşarken, mutlaka sonraki nesillerinin de bu gezegende yaşayacak olmalarını asla unutmamalıdır. Güneş sistemimizde insan yaşamasına uygun başka bir gezegen olmadığı gibi, yaşanacak bir doğa felaketi karşısında kaçabileceğimiz bir başka gezegen de mevcut değildir. Dünyamızdaki bazı antik bulgular, bizden çok önceleri de bu gezegende yaşamakta olan medeniyetlerin bilemediğimiz nedenlerle yok olduğunu bilinmektedir. İklimleri kontrol edebileceğini iddia eden yüksek teknolojilere sahip ülkelerin dahi doğal felaketler sonucu ciddi can ve mal kayıplarına uğramakta olduklarını biliyoruz. Her yıl Amerika ve kıta ülkelerinin ansızın ortaya çıkan tayfun, kasırga ve hortumlardan, kraterinden lav püskürten yanardağlardan çok büyük zararlara uğradıklarını bilmekteyiz. Bilim adamları, Küresel ısınma sonucu Grönlanddaki buz erime hızının son dörtyüzelli yılın en yüksek seviyesinde olduğunu, Atlas okyanusundaki Gulf Stream sıcak su akıntısının ise yavaşlamakta olduğunu, bunun sonucunda da yükselen su seviyesi ile Hollandanın tamamen sular altında kalabileceği gibi, Batı Avrupanın da buzul çağına gireceğine işaret etmektedirler. Gerçekten de geçtiğimiz yıl Amerika ve Avrupa ülkelerinde yaşanan Sibirya soğukları nedeniyle termometreler -43 dereceyi göstermiş ve hayat adeta felce uğramıştır.

Küresel ısınma, ormanlık alanlardaki çalı ve otları da tamamen kuruttuğu için orman yangınları ortaya çıkmakta, hektarlarca orman yok olurken Yunanistanda da olduğu gibi can kayıpları yaşanmaktadır. Yunanistan, yaşamakta olduğu orman yangını felaketiyle tarihinin en büyük can kaybına uğramış ve üç gün ulusal yas ilan etmiştir. Ülkemizin Akdeniz bölgesi ormanlarında da yıldan yıla artan oranda orman yangınları yaşanmakta, sarp ve geçit vermeyen dağlık alanlarda çıkan orman yangınları, saatler, hatta günler süren söndürme çalışmalarına rağmen hektarlarca ormanın yanıp kül olması engellenememektedir. Çanakkale ili çevresindeki ormanlarda çıkan yangınlar sonucu hektarlarca alan yangın sonucu yok olmuş olsa da kısa sürede yapılan ağaçlandırma çalışmaları ile eski yeşil dokusu tekrara geri kazanılmıştır.

Ülkelerin, küresel ısınmaya karşı alacağı en sağlıklı önlem, öncelikle mevcut ağaç dokusunu artırmak, başta hava olmak üzere toprak ve su üzerindeki çevresel kirliliği önlemektir. Ağaçlar, sadece ülkemizin değil, dünyamızın da akciğerleridir. Atmosferimizde yıldan yıla artmakta olan karbondioksiti oksijene çeviren ağaçlar, Dünyamızın sessiz koruyucularıdır. Peygamber efendimizin, “Kıyametin biraz sonra kopacağını bilseniz de ağaç dikin” sözünde büyük anlamlar vardır. Ağaç olan bölgede hava temiz olduğu gibi yağmurunda bol miktarda yağması, beraberinde bereketi ve ürün artışını da getirecektir. Bu dünya, bizim değil, çocuklarımızdan aldığımız ödünç bir dünyadır. Her nefis vakti dolduğunda mevlasına dönerken çocuklarımız hayatlarına devam edecek, onlar da kendilerinden sonra gelecek olanlara devredeceklerdir.

Afetsiz ve sağlık günler dileklerimle