Gezi olaylarını anlamak şunun için önemli. Öncelikle bu güne kadar alıştığımız türden protestolardan bahsetmiyoruz. Gezi, 1 Mayıs gösterilerinde olduğu gibi, yalnızca değişik Marksist grupların geçit törenine benzemiyordu. Cumhuriyet Mitingleri gibi tamamen Kemalist beklentileri dile getirmiyordu. Belli bir siyasi partinin mitingi değildi. Cumartesi anneleri, KCK’lı gençlerin eylemleri, Ülkücü gençlerin protestoları, İslamcıların eylemleri...
Taksim bunların hiçbiri olmadığı için şaşırtıcıydı. Ama daha çok aynı zamanda bunların hepsinin bir arada bulunduğu bir eylem olarak anlaşılması güç bir manzara ortaya çıkardı. Bir tarafta Mustafa Kemal’in askerleri, bir tarafta tamamen apolitik Mustafa Keser’in askerleri, bir taraftan Antikapitalist Müslümanlar, teşkilatlardan bağımsız olarak eylemlere katılan ülkücüler, büyük rakamlarla dizilerde yer alan oyuncular, yapılan protestoların en önemli gerekçelerinden biri AVM’ler olduğu halde, tüm ülkedeki AVM’lerde mağazaları bulunan patronlar, silahlı propagandayı esas alan Marksist fraksiyonlar, legal siyaset yapan Marksist parti teşkilatları, anamuhalefet partisinin il teşkilatları ve milletvekilleri, eşcinseller, hayvan hakkı savunucuları, çevreciler...
Normalde birbiriyle çelişen, çatışan, bir araya gelmelerine imkan verilmeyen ne kadar eğilim varsa Gezi’de bir araya geldiler. Gerek o günlerde aralarından çıkan sözcülerin ifadeleri, gerekse televizyonlarda beyanat vererek Gezi ruhunu anlatan ünlüler bir tek gerekçe üzerinde birleştiler. Mevcut hükümete karşıtlık. Bu sebeple farklı dünya görüşlerinin tayin edilen ortak düşman karşısında birleşik bir cephe oluşturmasını anlamak güç değil.
Y kuşağı denilen yaklaşık 90 doğumlu gençlerin çocukluklarından itibaren başka bir iktidar alternatifi görmemiş olmaları bakımından isyan etmeleri, daha iyiyi talep etme adına mevcuttan rahatsız olmaları son derece anlaşılabilir. Fakat bu gençlerin taleplerine destek veren kesimlerin kahir ekseriyetinin ekonomik bakımdan fakirlikle, kapitalizmin ezici sömürücü düzeni içerisinde alt tabakaların maruz kaldığı etkiyle alakası olmadığı halde neden Gezi eylemlerine katıldılar?
Bunun cevabı için yine Zizek’e dönelim. Diyor ki; “İşte ancak bugün, maddi olmayan emeğin yükselişiyle, devrimci bir tersine dönüş nesnel bakımdan mümkün hale gelmiştir. Bu maddi olmayan emek, entellektüel emekten (fikirlerin, metinlerin, bilgisayar programlarının, vb. üretilmesi) dokunsal emeğe (doktorların, bebek bakıcıların ve hosteslerin çalışmalarına) kadar uzanır...” (sf. 59)
Bu tespite dayanarak, Gezi’ye katılan maddi açıdan toplumun üst tabakalarına mensup insanların Marksizm açısından yeni bir proleter sınıf teşkil edebileceği, devrim için bunlara bel bağlanabileceği gibi geleneksel sosyalist literatüre ters düşen görüşler üretildiğini gözlemliyoruz. Bu bakış açısı çok daha yeni tartışmalara zemin oluşturacak gibi gözüküyor. Ekonomik açıdan toplumun tuzu kuru katmanlarına proleteryanın taşıdığı anlam yüklendiğinde, ekonomik, siyasi, demokratik, sosyal talepler de tamamen anlam değiştirmiş olacak. Böyle bir yeni proleterya tanımı Marksistler açısından tam da kapitalizmin savunduğu “altta kalanın canı çıksın” felsefesinin kabulü anlamına gelmiyor mu?
Evet dünyadaki isyanlarda yeni bir anlam arayışı kaçınılmaz gözüküyor. Çünkü eylemcilerin profili bu tür isyanların anlamını sorgulamayı gerekli kılıyor. Slavoj Zizek’in Dünyadaki İsyanların Anlamı adlı kitabı bu anlam arayışına önemli katkılar sağlayan bir toplumsal okuma aynı zamanda. Bu yüzden ülkemizdeki Gezi Olaylarını, Mısır’ı ve belki dünyayı anlamak için anahtar kitaplardan biri...