Hz. Nuh (aleyhisselam), kendi dönemine göre bugün için süper yenilik diyebileceğimiz gemiyi inşa ettiğinde belki de insanlar yapılan nesnenin işe yarayacağını, nasıl çalışacağını tam olarak bilmiyorlardı. Ancak O’na inananlar bunu gerçek anlamda yaşayabildi ve görebildi. Zira kendisine inananlar gemiye bindi ve tufanın yok ediciliğinden kurtuldu, inanmayanlar da helak olup gittiler. Gittiler de ne geminin insanlık için ne kadar önemli olduğunu da bildiler ne de Hz. Nuh’un söylediklerinin yüce bir hakikat olduğunu…
Bu girişi niye yaptım? Bugünlerde dillerde “Yeni Türkiye” diye bir söz öbeğidir dolaşıyor. Bu söz öbeğindeki “yeni” kavramı, bana “eski” ve “yeni”ye dair bazı şeylerin zihnimde dolaşmasına vesile oldu.
İbrahim Hakkı Hazretleri bir dörtlüğünde “Hakkı gel sırrını eyleme zahir/Olmak ister isen bu yolda mahir/Harabat ehlini hor görme şakir /Defineye malik viraneler var.” der. Eski olan her şeyin eskide kalarak değersizleştiğini düşünmek yanlıştır. Nitekim millî şairimiz Mehmet Akif Ersoy da “Eski, eski olduğu için atılmaz; zararlı veya faydasız olduğu için atılır. Yeni, yeni olduğu için alınmaz; doğru, güzel ve faydalı ise alınır!” demiştir.
Modern şiirimizin kurucularından Yahya Kemal Beyatlı ile yine sosyoloji sahasının üstatlarından Ziya Gökalp’in güzel bir atışması vardır: Bunu, Yağmur dergisinin Temmuz - Ağustos - Eylül 1999 yani 4.sayısında, Şaban Birsin imzasıyla yayımlanan Yahya Kemal ve İmtidat başlıklı yazıdan takip edelim:
“Paris'ten 'ev'e döndüğü yıllarda, daha ilk günlerde Ziya Gökalp'le görüşür. Turan rüyasından uyanmış bulunan Yahya Kemal, Gökalp'e Osmanlı Türklüğünü arzu ettiğini söyler. Yahya Kemal'in bu düşünceleri Gökalp'e dar ve tatsız gelir. Hiçbir zaman İttihatçı olmayan Yahya Kemal Osmanlı terkibine bilhassa önem veriyor, başından beri bu terkibe bir tepki mahiyetini taşıyan Gökalp Türkçülüğünü reddediyordu. Bu yüzden aralarında zaman zaman münakaşalar çıkmıştır. Yakup Kadri'nin anlattığına göre bu münakaşalar daha çok vezin meselesinden çıkmıştır. Bir gün Ziya Gökalp, onun Osmanlı tarih ve kültürüne düşkünlüğünü ima ederek şu beyti söyler: ‘Harabisin, harabatı değilsin;/Gözün mazidedir, ati değilsin...’ Yahya Kemal ise "irtical dedikleri nadir tevafukun tesiriyle" şöyle cevap verir: ‘Ne harabi(yim) ne harabatiyim;/Kökü mazide olan (bir) atiyim...’ Yahya Kemal, maziyi mazi olduğu için değil, doğrudan doğruya milliyet anlayışının bir gereği olarak sevmektedir.”
Evet, düşünce dünyamızın dinamik şahsiyetleri geçmişin iyiliklerini, güzelliklerini yani bizi biz yapan değerleri sahiplenmiş, iyi ve faydalı olan yenilerin, yeniliklerin alınabileceğini ortaya koyarak “kökü mazide olan bir ati”yi seslendirmişlerdir.
Gelelim “Yeni Türkiye-Eski Türkiye” meselesine. Eski Türkiye’de ne vardı, Yeni Türkiye’de ne olacaktır? Meselenin can alıcı noktası burasıdır. Eğer eskide var olan olumsuzlukların, adaletsizliklerin, zulümlerin sadece ideolojisi ve uygulayıcıları değişecekse o zaman milleti bu kadar oyalamanın, “aldatma”nın ne manası var? Hem de “yılların, asırların bir davası”nı güttüğünü ifade edip o “dava”nın ruhuna aykırı hareket edeceksin, Müslüman kardeşlerini olmadık iftira, yalan, yaftalama, küfür, kötü sözleri söylemekten çekinmeyeceksin, bunun neticesinde elde ettiğin güçle, kıyım üstüne kıyım yaşatacaksın. Sonra “mukaddes dava”nın savunucusu olarak halka “yalan üstüne yalan” söyleyerek makamları bir bir ele geçireceksin. Bunun adı “mukaddes dava” olacak. Bu, “mukaddes dava”ya en büyük ihanetin adıdır. Zira gelecek nesiller, bu davayı savunurken artık “dava”nın doğruluğundan, insanların samimiyetinden şüphe edeceklerdir.
“Yeni Türkiye”de eğer, insan haklarına, demokrasiye yer verilmeyecekse, halk ayrıştırılmadan, ötekileştirilmeden herkes kendi konumunda kabul edilerek hareket edilmeyecekse, teröre bulaşmadığı takdirde her türlü düşünceye özgürlük hakkı tanınmayacaksa bu “yeni”nin de “eski”sinden bir farkı yoktur; hatta bu düşünce ve durum daha eskidir. Çünkü burada yıpratılan, eskitilen “İslamî düşünce”dir, “mukaddes dava”dır. Evet, o özü itibariyle “solmaz ve pörsümez yeni”dir. Ama, halkın nazarında, “dava”nın parlak simasına kara çalınmış olur. Nitekim Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) “Bir koyun sürüsüne salıverilmiş iki aç kurdun yaptığı zarar, mala ve mevkiye düşkün bir adamın dinine verdiği zarardan daha büyük değildir.” (Tirmizi , zühd 43) buyurmaktadır.
“Yeni Türkiye”nin alkışçıları, yemin törenine davet edilen ve gelen yabancı devlet yetkililerin verdiği fotoğrafla ortaya konacaktır.
Sözün özü: Yeni yeni olduğu için değil, faydalı olduğu için alınmalı, eski eski olduğu için değil insanlığa faydasız hâle geldiği için atılmalı. Yeni Türkiye, halkına karşı “müşfik”, başka devletlere karşı “izzetli” olmalıdır ki “mukaddes dava” asıl bunu gerektirir.