Hayatım boyunca, insanların çok önemsemediği, hayatının merkezine koymadığı, şöyle bir görüp gülümsediği sonrasında ise hiç hatırlamadığı şeyler, beni hep en çok mutlu eden şeyler oldu.
Mesela nasıl anlatsam…
Bir kitabı, rafların arasında uzun uzun gezinip, iyice karar verdikten sonra alıp okumak, bitirdikten sonra hemen bir kenara koymak yerine onun hakkında düşünmek…
Çiçeklerimi sulamak, onlarla konuşmak ve onları güneşe koymak,
Soğuk havalarda tiyatroya veya sinemaya gitmek,
Çantamda bazen kedi veya köpekler için mama taşımak,
Uzun uzun yürümek…
Gün içerisinde annemle konuşmak ve onun gündelik işlerini dinlemek. Mutfakta yapacağı yemekten tutun da balkonda şişelere dolduracağı turşuya ya da ne bileyim bahçede asmadan toplayacağı yapraklara kadar…
Tüm bunları dinlemek o kadar hoşuma gidiyor ki…
Sevdiğim insanlara onları mutlu edeceğine inandığım ufak notlar yazmak veya ufak ta olsa bir hediye almak…
Sevginin sürekli beslenmesi gereken bir şey olduğuna inananlardanım çünkü.
Ve elbette hep öğrenmek…
Sadece kitaplardan değil, en içinden çıkılmaz sandığım, mutsuz hissettiğim anlardan, yanında huzursuz olduğum insanlardan, mekanlardan, hayatımı, huzurumu sabote eden her şeyden mutlaka ama mutlaka bir şey öğreneceğime inandım. Çoğunlukla böyle atlattım o anları, zaman, mekan ve kişileri… Ben kendi kulvarında takılan ve uğraştığı şeylerle mutlu olan biri oldum hep. Neyi sevdiğimi, neyin beni mutlu ettiğini biliyorum. Hatta şöyle söyleyeyim. Hayatı sevecek bir şey hep ama hep aradım ve buldum.
İşte bu noktada kendini tanımak gerçekten çok önemli. Çünkü insanın, hem içindeki hem dışındaki dünya buna göre şekilleniyor. Aksi halde, başkasının hayatını yaşıyoruz. Hatta yaşamak değil, bence savruluyoruz. Bu da benim en çok korktuğum şeylerden biri.
O yüzden akıntıya kapılmadan ama çok fazla da kafa tutmadan bırakıyorum kendimi. Ruhuma uygun o kıyıyı ufukta gördüğüm anda kulaç atmaya başlıyorum.
Hepsi bu.
Hepsi bu...