Sen, Yaratan’a “halife” kılınarak varlıklar arasında en şerefli konuma yükseltildin ve “eşref-i mahlûkat” yani yaratılmışların en şereflisi oldun. Ama seni yaratan Hâlık-ı Kerim,  seni sabit bir konumda bırakmadı; meleklerden de ulvî, yüce bir dereceye yükselebilecek veya hayvanlardan da aşağı bir derekeye düşebilecek durumda yarattı seni. Bu durumun, senin imtihanın oldu; bu imtihanın neticesinde bu aralıklardan biri senin durağın olacak. Tercih sana bırakıldı.

 

Senin ilk atana “Âdem” denildi, “yokluk” manasına gelen “adem”i de çağrıştırarak. Çünkü sen yoktan var edildin. Senin yalnız kalamayacağını ilmi ezelîsi ve ebedîsiyle bilen Yüce Yaratıcı, yanına senden bir varlık olarak Havva’yı yarattı; Hz. Havva da insanlığın ilk annesi oldu. Bütün insanlık, bir Âdem’den olma ve bir Havva’dan doğma şeklinde yeryüzüne dağıldı. Bu yüzden sana hitap edilirken Âdemoğlu, insanoğlu, ibnülbeşer gibi sıfatlar kullanıldı. Âdemoğlu, insanoğlu kelimelerindeki oğul kelimelerinin Arapça kökenli evlat kelimesi yerine kullanıldığını unutma! Evlat kelimesinin, hem kız hem de erkek çocuk için kullanıldığını hatırla! Şunu da hatırla ki Dedem Korkut “Oğul atadan görmeyince sofra sermez.” demişti. Kızların da erkeklerin de sofra sermesi, başkalarına ikramda bulunması da yine atalarından görerek olacaktır hakikatini hatırlatmıştı sana Dedem Korkut. 

 

Önce cennetlerde, seni en aziz olarak Yaratan’ın en müstesna saraylarında, ağırlandın en aziz misafir olarak. Buralarda gezinirken bir ikazla karşılaştın: “Ey Âdem! Sen ve eşin cennette kalın. Dilediğiniz yerden yiyin. Fakat şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.”(Araf/19). Evet, senin imtihanın aslında o zaman başlamıştı. Seni bu rahat ve huzur ortamında rahat bırakmayanlar vardı; onlar seni durmadan içten içe o yasaklanan ağaca doğru yönlendirmeye çabalıyordu. Belki de dışarıdan gelen bu telkinler ve içindeki duyguların senin o ağaca yaklaşmana sebep oldu... Yasaklara yaklaşman, seni huzurun ve rahatın remzi olan cennet bahçelerinden uzaklaştırılma ile neticelenmişti. Kökeninde “alçakta, çukurda, hemen yanda” gibi anlamlar barındıran bu dünya yolculuğun böyle başlamıştı. Hatırladın değil mi? Demek ki yasaklara yaklaşmak, insanı Huzur’dan uzaklaştırıyor; bunu böyle bilmek ve hatırlamak lâzım.

 

Bu dünya hayatı, elbette cennet hayatıyla bir olamazdı; ama oraları hatırlatan, oradan emareler mutlaka olacaktı. Olacaktı ki sen tekrar oralara talip olabilesin. İnsan, daha önceden yaşadığı, huzur bulduğu yerleri özlemez mi? Oraya gitmeyi ve her an orada bulunmayı istemez mi? Bu soruların hepsinin cevabı kocaman bir evettir, öyle değil mi? Ama bu sefer, orayı kazanmak ve hak etmek; bunun Yaratan’ın rızasını, dostluğunu elde etmekten geçtiğini bilmek lâzım. 

 

Sen, ilk atan Âdem’in(a.s.) evlâtları arasındaki ilk kavganın bir çekemezlik, bir haset sebebiyle çıktığını da bir an olsun aklından çıkarma! Çıkarma ki bu sebeple yine nice canlar yanmasın, nice aileler yok olmasın. 

 

Aile dedim de, şunu hatırlamadan edemedim: sen en şerefli bir yaratılmış olarak tek başına değilsin, olamazsın da. Dağ başında yalnız ardıç hiç mi hiç değilsin. Birlik ve beraberlik hâlinde hem kendi cinsinden olanlara hem de başka varlıklara yardım etme özelliğinle donatılmışsın sen. Buna paralel olarak da zulüm, eziyet, işkence, merhametsizlik yönünden insanlıktan çıkmış hatta hayvaniyetten de aşağı derekelere inmiş, sefil bir mahlûk olma özelliğini de unutma! Unutma ki bulunduğun durum eğer insaniyet mertebesinde ise Yüce Yaratıcına bir an olsun şükürden geri durma! Değilse, uyan ve kendine gel!...

 

Sen, çoğaldıkça dağıldın, dağıldıkça çoğaldın. Dünyanın dört bir tarafına savruldun rüzgârla birlikte etrafa dağılan bulutlar, saçılan polenler gibi… Dünyanın dört bir tarafı dedimse, bu yerkürenin her tarafını da henüz keşfetmiş değildin. Rabb’in tarafından sana verilen küçük ve kısıtlı aklınla çevreni tanıma fırsatı elde ettin. Birtakım kazanımlarını zamanla kendinden bildin ve “Küçük dağları ben yarattım.” edasıyla kibirlendin. Bu gururunla seni Yaratan’ı, sana verilen bütün bu nimetlerin asıl sahibini yok saydın… O’nu yok saymakla, O’na karşı gelmekle sen en büyük zulmü işledin. O’nun evreninde yaşarken, O’nu düşünce dünyandan çıkardın… Bu zulmün, başka zulümlere sürükledi seni. Sen zulüm işledikçe daha alçaldın, alçaldıkça daha acımasız davrandın; zalimlikte zirveleri tuttun. O kadar ki kendi cinsini ateşlere atacak, dilim dilim doğrayacak; günahsız, daha hayatının baharında olan minicik çocukları en acımasız bir biçimde katledecek bir varlığa büründün. Evet, sen yasaklara yaklaştıkça merhametten, acımadan ve insanlıktan çıktın.

 

Unutma, sen ancak “Rabb olarak Sen’den, din olarak İslâm’dan, nebi ve resul olarak da Hz. Muhammed Mustafa’dan (sallallahu aleyhi vesellem) razı oldum, Allahım!” dediğinde bu hastalıklarından kurtulacak, gerçek ve kâmil insanlığa yani huzura ereceksin. Ama sakın unutma!

 

Bu, senin için çok da zor değil!