Çiçekler ülkesinde hâkimiyeti lale ele geçirmiştir ama peşinden de gül gelmektedir. Onların hâkimiyeti

çağrıştırdıkları anlamlarla ilgilidir. Lale, bir elif gibi dimdiktir; dosdoğrudur. Elif, Cenab-ı Hakk’ın en has

ismi olan “Allah” lafzının ilk harfidir; gül ise âlemlerin yüzü suyu hürmetine yaratılan o “Sonsuz Nur”un bir

remzidir, onu temsil eder. Bu anlamıyla, laleden sonra ikinci sırayı alır.

 

Eskiler, “Şerefül mekan bilmekin.” derlermiş, yani mekânlar, orada mukim olanlar, oturanla şeref kazanır.

O kıymeti çok da bilemediğimiz ve asıl hüviyetini asla idrak edemediğimiz zaman da böyledir; kendi

diliminde yaşayanlarla kıymet kazanırlar.

 

“Gül devri”, “saadet asrı”, “altın çağ” ve “devr-i saadet” diyoruz. Bu güzel nitelemelerin elbette tek bir

sebebi var: İnsanlığın İftihar Tablosu Hz. Muhammed Mustafa’nın (sallallahu aleyhi vesellem) o devride

yaşamış olması. Önümüzdeki günlerde “Kutlu Doğum Haftası” etkinlikleriyle bu âleme teşrifleri yad

edilecek olan Efendimizin yolunda olmayı rabbim cümlemize nasip eylesin.

 

Gül denir de yukarıda da arz ettiğim gibi, Peygamberimiz hatırlanmaz mı? Kıymetli büyüğümüz, şair-i

şehrimiz Muhsin İlyas Subaşı’nın hediyelerin en güzelini “muhabbetle” takdim ettiği, ŞiirVakti Yayınları

arasında çıkmış “Gül Seferi” duruyor masamda. Eser, şairin 9. şiir kitabı. Şiirlerine, 2004 yılında Zambak

Yayınları arasında çıkmış olan “Meşhur Şairlerden Meşhur Şiirler 1-2” adlı seçkimizde de yer verdiğimiz

şairin “Gül Seferi” adlı bu eserindeki şiirlerin büyük çoğunluğunda mısralara gül serpilmiş ya da mısralar,

gülden kokularla ayrı bir rayiha ile süslenmiş.

 

Gülle süslenmiş mısraların elbette hepsinde aynı anlam katmanının varlığını söylemek yanlış olur. Bu kimi

zaman sade bir gülü, kimi zaman taze bir gülü ve kimi zaman da ezel ve ebedi kapsayan anlamıyla bir gülü

bulmak mümkün. Bazı şiirlerinde de edebiyatımızın o vazgeçilmez mazmunu olan “gül-bülbül” hikayesini

bir de şairimizin dilinden duymak ayrı bir güzellik.

 

Eserde; “geleneksel ‘Halk Şiiri’mizin, ‘Tasavvuf Şiiri’mizin, ‘Divan Şiiri’mizin ve ‘Modern Şiir’imizin kendi

kanallarında akıp giden ırmakların” şairin gönlü olan okyanusta buluşmaları söz konusu. Şair, “her

çiçekten bal” almış gibi şiirimiz içerisinde bir geleneğe sahip olan her tarzda ürünler ortaya koymuştur.

Hece ölçüsüyle yazılmış şiirlerin yanı sıra serbest ölçü ile yazılmış şiirlerin büyük bir yekun teşkil ettiğini

görüyoruz. Zaman zaman da “rubailer” gibi Divan şiirimize has örnekleri okumak ayrı bir tad veriyor.

Bilindiği gibi her biri bir dörtlükten meydana gelen rubailerde şairler; hayatın anlamı, dünya görüşü,

dünya nimetlerinden yararlanma, aşk, tasavvuf, ölüm ve ahiret vb. konuları işlerler. O gül bahçesinden

gelen gül kokularından bazı örnekler: “Ney oldu bu kalp, vuslat için ötmedeyiz/Lafza-i Celal’den şevk

alıp gitmedeyiz/Mevlâ’m bizi Mevlâna’ya yar etti şükür;/Döndükçe semazenler, alev içinde ney’iz.” veya

“Sevmek fedakârlıktır gururdan, bilesin/Güldür ki sıran geldikçe keyften gülesin/Sermayesi kıskançlık olan

bir adamın/Mümkün mü bu bataklıkta rahmet dilesin?”.

 

Tasavvuf şiirimizin temel konularından biri olan Peygamberimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v.) naat

yazma geleneğine uyan şair Subaşı, “Efendime Na’t” adlı şiirinde Efendimizin hayatı ile günümüzde

yaşadıklarımızın benzerliklerine dikkat çekerek şöyle seslenir: “Efendim, nice ateş çemberinde sınandım/

Kuşatıldım Ebu Cehillerin kiniyle/Geçtim maldan, mülkten, evlattan, yârdan/Bir tebessümün ısıtır bütün

varlığımı/İşaretinle atacağım bütün gönül darlığımı.”.

 

Sözlü edebiyattan beri şiirimizin ana damarlarından, büyük ırmaklarından biri olan Halk şiirimize has

özellikleri taşıyan şiirlere de rastlıyoruz “Gül Seferi”nde. Şair, bu tarz şiirlerinde dünle bugünü birleştirmiş

gibidir; hem dünün hem bugünün söyleyiş tadlarını buluşturarak yeni bir lezzetin oluşmasına vesile

olmuştur. “Daha Yolun Başındasın” şiirinde bunları görmek mümkün: “Sevda bu, acı verecek/Daha yolun

başındasın/Kaç kapıya gönderecek/Daha yolun başındasın. (…) Sevgi bedeliyle güzel/Hem ebettir hem

ezel/ Yüreğini hazırla gel/Daha yolun başındasın.”. Halk şiirimizde şair son dörtlükte mahlasını kullanarak

“tabşırır” yani o kendine has ismiyle “imzasını atar” bir bakıma. Bu şiirde şairimiz, “Selçukî” mahlasını

kullanmıştır: “Selçukî her dalda esme/Gönle giden yolu kesme/Karşılıksız aşka küsme/ Daha yolun

başındasın.”.

 

Ne hece ne de aruz, bütün kuşatmalardan ve kurallardan azade, dili en güzel bir biçimde kullanma çabası

içinde olma özelliğiyle karşımıza çıkan modern şiir tarzındaki şiirlerinde de Subaşı güzel örnekler sunar

bize. “Sevmeyi Bilemedik” onlardan biridir: “Sevmeyi bilemedik nedense/Bir menzil ötede kaldı çiçekleri?

/Ona varmak yerine hep ondan uzaklaştık/renkler bir şey ifşa etmedi/kokular uyarmadı bizi/İçimizde

katılaştık, içimizde taşlaştık…”

 

Apayrı bir güzelliklerin, apaydınlık bir dünyanın, duygu ve düşüncelerin şiir halısına ilmek ilmek, hece hece

dokunduğu bu şiirler, hepimizi “Gül Seferi”ne çağırıyor. O seferden geri durmamak gerek.