Divan edebiyatı hakkında aydınlar arasında farklı değerlendirmeler vardır. Kimilerine göre böyle bir edebiyatın Türk edebiyatı içerisinde yeri yoktur, olmamalıdır da. Kimilerine göre ise Türkçemiz bu edebiyat sayesinde işlene işlene bugüne kadar onunla gelmiştir. Her iki tarafın düşüncelerinde doğruluk payları olmakla birlikte bugün için Divan edebiyatı, bir edebiyat geleneği olarak elbette geçmişte kalmıştır, yararlanmak isteyenler için dev bir hazinedir.

Bazı akademisyenler vardır, alanlarına mahkûm olurlar. Alanları onlar için bir kuyudur sanki oranın dışına çıkamazlar, o kuyunun içindekinden başka bir şeyi göremezler. Gördükleri, yazdıkları, dile getirdikleri, söyledikleri hep o kuyuda ne varsa onlardır. Bazıları da vardır ki yaptıkları o işle ilgili meseleleri halkın anlayabileceği bir üslup içerisinde anlatabilmeyi, bir başka deyişle onu popülerleştirmeyi becerirler. İskender Pala da bunlardan biridir. Divan edebiyatı gibi, bugün için sadece özel ilgi gösteren şairlerin, aydınların ve mütefekkirlerin ilgi odağında olan meseleleri, ortalama bir halkın meselesi hâline getirebilmeyi başarmış, bu alanda pek çok eser yazmış, bu eserleri de dikkatle okunmaktadır.

Hiçbir şey, gayret olmadan meydana gelmez. Başkaca yazılarımızda da dile getirdiğimiz gibi Cenab-ı Hak “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır.” buyurmaktadır. Çalışan insana çalıştığı neyse onun karşılığının verilmesi İlâhî ahlakın bir gereğidir. İskender Pala, Divan edebiyatı konularını halka indirgemedeki başarısını daha önceden ya görüştüğümüz yıllarda dinlediğim yahut başka yazılarından edindiğim bilgi çerçevesinde çok çalışmasına ve özellikle çocuklarına borçlu olduğunu; zira çocuklarıyla bu çalışmalarından ötürü çok da ilgilenemediğini ifade etmişti. Kendisi 28 Şubat sürecinin mağdurları arasında idi. “İki Darbe Arasında” adını verdiği ve Deniz Harp Okulu hocalığından, askeriyeden nasıl uzaklaştırıldığını anlatır.

Barbaros'un türbesini vasiyetine göre düzenlemek isteyen Deniz Kuvvetleri, bu işle ilgili olarak Kuzey Deniz Saha Komutanı İlhami Erdil'i görev vermiştir. Preveze Deniz Zaferi kutlamalarında, zamanın İstanbul belediye başkanı R. Tayyip Erdoğan ile bir araya gelirler. Erdil, R. Tayyip Erdoğan'a; "Sayın Başkan, Barbaros türbesiyle ilgili bazı açmazlarımız var. Yardımcı olsanız da türbede restorasyon çalışmaları başlatsak." diye konuyla ilgili düşüncelerini söyler. Başkan da "Elbette sayın komutan, belediye olarak biz ne gerekiyorsa yapalım; Barbaros gibi bir Türk büyüğü her türlü yardımı hak eder." diyerek projeye destek olacaklarını belirtir. Ancak, Erdil Paşa'nın Barbaros'un vasiyetinden söz etmesi, Belediye Başkanı’nın dikkatini çeker; "Çok ilginç, eski yazı değil mi?" İlhami Erdil de nasıl okuduklarını izah etmek ihtiyacı hisseder: "Arşiv müdürü binbaşımız var, İskender Pala adında; eski yazı bilir." şeklinde durumu izah eder. Belediye Başkanı R. Tayyip Erdoğan da İskender Pala’yı  tanıdığını belli etmek için; "Ha!.. Siz bizim İskender'den bahsediyorsunuz!" şeklinde cevap verir. Bu cevap, bardağı taşıran son damla olur. Komutan "Nereden onların İskender'i olduğu derhal araştırılsın." talimatını verir. Ve Pala’nın askeriyeden atılma süreci böylece başlamış olur.

İskender Pala, yukarıda da belirttiğim gibi Divan edebiyatını halka sevdirmeyi başarmasında, onun değişik mahfillerde yaptığı konuşmaların, verdiği ders ve konferansların da büyük payı vardır. Daha askeriyede hocalık yaparken de bilhassa muhafazakâr kesimde isminin tanınıyor olmasının sebebi onun bu ders ve konferanslarıdır.

İskender Pala, dün karşı, mütehakkim ve zorba bir anlayışın kurbanı olarak, çok da başarılı olarak yürüttüğü ordudan suçsuz yere ihraç edildi. Bu mağduriyeti onun yıldızını daha da parlattı aslında.

İskender Pala, yıllardır Zaman gazetesinde kültür, sanat ve edebiyata dair yazılar yazmaktaydı. Ta ki 17-25 Aralık sürecine kadar. Bu sürecin başlangıcında taraf olmamaya gayret gösteren, “yazı yazmaktan, yorum yapmaktan” kaçınan Pala, bugün, “Kaybeden cemaat özür dilemeli.” diyerek makamın, gücün yani iktidarın tarafında yer almıştır. Bu ifadeleriyle Pala, yıllardır yazdığı gazetesine, okurlarına, ders verdiği üniversitesine, “vefasızlık” etmiştir. Aslında aydın olma sorumluluğu iktidara, güce yamanmak değil hakikatin tarafını tutmayı gerektirirdi. Bunu kendisi de bilir ama bildiğim kadarıyla onun Başbakanlık danışmanlığı, onu ister istemez iktidarın tarafında saf tutar bir hâle getirmiştir. Bu sorumluluğu üstlenebilseydi bundan istifa edebilirdi. Tabii ki ülkemizde henüz bu tür “onurlu” duruş sergileme geleneği oluşmuş durumda değil. Kendisi de bir darbenin acısını, ikram etmek üzere sipariş verdiği “kızarmış tavuk”u bile çocuklarına çok gören bir zihniyetin kurbanı olan İskender Pala bunu başarabilirdi, ama o da yapamadı Bundan sonra “İki Darbe Arasında” eserinde anlattıklarının hiçbir hükmü kalmamıştır. Zira bundan böyle bu anlatılanlar, sadece “duygu ve düşünce sömürüsü”nden ibarettir.

Darbeden mağdur olan, hak ve hakikat yolunda olanları yok etmeye düşüncesiyle zulmedenlerden yana tavır alamaz, almamalı. Alırsa önceki söylediklerini kendisi yalanlamış olur.

Kaybetmek ama neyi? Allah’a ve ahiret gününe iman edenler için kayıp ebedi hayatın kaybıdır. Dünya dediğin nedir ki!...