Oğuz Kağan, “Daha deniz daha müren kün tuğ olsun kök kurikan” derken yeryüzünün
hakiki mirasçılarının bu aziz millet olduğunu haykırmıştı. Öteden beri, sıkıntıların
ortasında bir “emin bir liman” olarak, Anadolu’nun, Türk’ün bu aziz kapısının olması
bir tesadüf değildir. Selçuklulardan Osmanlılara, oradan da günümüze bu hep böyle
olagelmiştir. Seksenli yıllarda Bulgaristan’dan, doksanlı yıllarda Bosna’dan, Balkanlardan
o savaş ve kargaşa ve zulüm ortamından, 1.Körfez Savaşı’nda Saddam’ın zulmünden
kaçan Kürt kardeşlerimizin sığınağı nasıl Türkiye olmuşsa, bugün Esed’in zulmünden
ve topyekûn yok etme stratejisinden kaçarak hayata tutunmaya çalışan Suriyeli
kardeşlerimizin de sığınağı bu aziz milletin gönlü, İslâm’ın “son karakolu” Türkiye
olmuştur.
Orhun Abideleri’nde ve Kaşgarlı Mahmut’un yazdığı Divanü Lügati’t-Türk’te ifade edildiği
gibi “Allah’ın yeryüzündeki ordusu” olan bu milletin, Anadolu’nun yiğit delikanlısı, doksanlı
yılların başından itibaren Kâinatın Efendisi Hz. Muhammed Mustafa’nın(sallahu aleyhi
veselllem) değerler üstü değerlere sahip sözlerinde ifadesini bulan “Selamı aranızda
yayınız.”, Yunus Emre’nin “yaratılanı hoş gör yaratandan ötürü” ve “Gelin tanış olalım,
işi kolay kılalım, sevelim sevilelim, bu dünya kimseye kalmaz.”, Mevlâna’nın “Gel ne
olursan ol, yine gel. Yüz bin kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel. Bizim dergâhımız
ümitsizlik dergâhı değildir.” anlayışı içerisinde dünyanın her tarafına, milletimizin
değerlerini ulaştırma gayesiyle, dünyevi hiçbir beklenti içerisinde olmaksızın giderek
gönüllerin kapılarını “selam”la açtılar ve insana insan olarak bakılabileceğinin güzel
örneklerini sunmak üzere âdeta bir “gül seferi”ne çıkarak gönüllere taht kurdular. İşte, 29
Mart’ta gösterime giren “Selam” filmi “kutsiler”in bu kutsal hicretini ve bunun dünyadaki
neticelerini ele alıyor.
“Selam” ile “İslam” kelimelerinin kökleri birdir; onlar da “slm” yani “silm” kökünden
gelir. Silm, “barışmak, sulh, barışıklık” anlamının yanı sıra “itaat, İslâm, müslim olmak”
demektir. Gelişiyle, insanlığın yeniden dünyaya gelmesine vesile olan Peygamberimiz
Hz. Muhammed Mustafa’nın getirdiği “o evrensel mesaj”a “İslam” denilmesinin apayrı
bir anlamı vardır. Şirazesinden çıkmış insanoğlunun tekrar birbiriyle kenetlenmesini,
bu dünyada ve ebedi âlemde cennetlerde yaşamasını Yüce Yaratıcı murad etmiş ki
merhametiyle bize din olarak İslam’ı seçmiştir. İnsanlık, Cenab-ı Hakkın emir ve yasakları
çerçevesinde hareket ettiği zaman, gerçekten, evrensel barışa doğru yol alacaktır.
Bu yüce dinin mensupları olan bizler, selam vermekle “Benim kalbimden, dilimden ve
aklımdan sana bir zarar gelmez; seninle barış içindeyiz.” der, huzurun billur sularında
yunup yıkanırız.
İşte, maddi ve manevi anlamda bir kaos, kargaşa ve sona ermez savaşların yaşandığı
günümüz dünyasında da barışın yeniden tesis edilmesi, sürekli kılınması için,
dünyanın dört bir tarafına, kişisel olarak, maddi manevi hiçbir beklenti içerisinde
olmaksızın –üstelik bin bir sıkıntı ve eziyeti de sineye çekerek- yola çıkmış bahadırların,
“alperen”lerin, “ışık süvarileri”nin, “hicret kahramanları”nın yaşadıkları “kutsal çile”den
birkaç damlanın anlatıldığı Selam filmi, gerçekten izlenmeye değer. Selam filminde
anlatılanlar, birebir yaşanmış hayatların beyaz perdeye aktarılmış hâli. Bu ifade
“mukaddes göç”ü yaşayarak dünyada İslam’ın evrensel mesajıyla, gerçek anlamda
“barış adacıkları oluşturma” gayesiyle yola çıkan Anadolu’nun yiğit delikanlılarının
yaşadıklarından sadece birkaçını anlatması bakımından yetersiz kalmaktadır; ama bu
“yaşanmışlık”a da dikkatleri çekmektedir. Yaşananların nesnel gerçekliğinin olduğu, yani
film olsun diye senaryosu yazılmış da çekilmiş” olarak düşünülemeyecek olan Selam
filminin yönetmenliğini Levent Demirkale’nin yaptığı, başrollerinde Burçin Abdullah, Yunus
Emre Yıldırımer ve Hasan Nihat Sütçü’nün yer almaktadır. Film, “üç yolcu”nun yani Âdem,
Zehra ve Harun öğretmenlerin “tek ideal” uğruna yani milletimizin şahsında İslam’ın
evrensel barış mesajını bütün dünyaya yaymak, bütün insanlığa ulaştırmak için Senegal,
Afganistan ve Bosna-Hersek olmak üzere üç ayrı ülkede yaşadıklarını ele alıyor.
Bugün, Türkiye’nin uluslararası marka organizasyonlarından biri haline gelen Türkçe
Olimpiyatlarına gelen ülkelerde kim bilir nice böyle civanmertlikler yaşanmaktadır.
Civanmertlerin gayretleri ve eserleriyle ayyıldızlı şanlı bayrağımız dünyanın her
köşesinde nazlı nazlı dalgalanmaktadır. Selam filmini izlerken de Türkçe olimpiyatlarında
öğrencilerin Türkçe şiir ve şarkı okumaları karşısında yaşanan duygusallık zirveye çıkıyor.
Benim gibi ayrılıklarda gözlerinin daima sağanağına tutulanlar için gerçekten çok içli bir
film.
Şunu da söylemeden geçemeyeceğim: Evinden ayrılarak şehre inmeyi gurbet sayanların,
maddi manevi hiçbir beklenti olmaksızın bir işe girişmemişlerin hatta bu “değirmenin
suyu nereden?” diye akıllarını yoranların da bu filmi seyretmelerini salık veriyorum.
Çünkü bundan herkesin alacağı büyük dersler var; yeter ki şartlanmışlık gözlüğünü
başından alıp yere çalsın.
İnsanlık, “iç huzur”u ve barışı ancak böyle yakalayabilecektir.
Hüseyin SAY