O zamana kadar, İlber Ortaylı’nın tespitiyle “adalet” temeline dayanan Osmanlı idare

sisteminde “Kadı”, en etkili ve yetkili kamu görevlisidir. Mahallini, merkezi idare temsilcisi

olarak idare eder. Yöredeki (kaza) bütün kamu görevlilerinin bağlı olduğu makamdır.

Dolayısıyla kamu hizmetlerinde merkezî, mahallî ayrımı söz konusu değildir.

1826 yılına gelindiğinde “İhtisap Nazırlığı” kurulur. Kadı’nın bu gün beledî diyebileceğimiz

hizmetleri yürütmekte olan yardımcısı konumundaki “muhtesip” “ihtisap müdürü” ismiyle

merkeze bağlı bir memur olur. Bu genel idari yapının değişmeye başladığı, kadıların

yetkilerinin azaldığı ve yerel / merkezî algısının yavaş yavaş gelişmeye başladığı bir dönüm

noktasıdır. Hemen ardından “Vakıflar Nazırlığı” kurulacak ve süreç devam edecektir.

 

Tanzimat dönemi çoğu batıda eğitim görmüş idarecilerin devleti daha iyi bir mekanizmaya

kavuşturmak için “tanzim” etmeye, düzenlemeye çalıştıkları dönemdir. Bu anlayış

Cumhuriyet dönemi de dâhil, günümüze kadar devam edegelen “yönetici / iktidardaki”

bakışıdır. Bizde hala iktidarı “ele geçiren” devleti “tanzim” eder. Hala millet adam yerine

konulmaz, kurallar –anayasa dâhil- iktidarı bağlamaz… Önce millet adına talepler üretilir,

ardından o üretilen taleplere cevap veriyormuş gibi düzenlemeler yapılır. Mutlaka batıdan

destekçileri de vardır bu reform / tanzim / düzenleme / açılım/ süreç ismi alan uygulamaların.

“Tüm bu gelişmelerin ötesinde batılı devletler, ekonomik ilişki içinde bulundukları ve batı

kaynaklı ürünlerin dışalımına dayalı bir ticarete söz konusu olan Osmanlı kıyı kentlerinde,

bu ekonomik ve sosyal hayata uygunluk sağlayacak bir teşkilatlanma içine girilmesini

de istemektedirler. Bu açıdan batılı devletlerin isteklerinin sadece siyasi yönü değil, aynı

zamanda işlevsel olarak değişen bu kıyı kentlerinin geleneksel örgütlenmelerinin ihtiyaçlarını

karşılayamamasından kaynaklanan ekonomik yönü de bulunmaktadır. Bu haliyle batılı

ülkelerin istekleri doğrultusunda şekillenen bir yerel yönetim yapısı, bizzat dönemin

bürokratları tarafından da desteklenmiştir.” .(Korel Göymen, Türkiye’de Kent Yönetimi)

 

Aynı anlayışın tezahürü olarak “bin yıl süreceği” ifade edilen, aslında bu Tanzimat

zihniyetidir. Dün “irtica ile mücadele” ediyordu, bu gün “süreç” teranesi ile bütün “uygar

dünyanın” desteği arkasında, bize sözde hürriyetler bahşediyor.

 

Belediyecilik anlayışımızı da bu temel zihniyet şekillendirir. Sıralama konusunda emin

değilim ama önce batının çıkarları gereği bize bir şeyler dayatması / telkin etmesi, sonra

bizimkilerin özenip / özendirerek tatbik etmesi. Yani ya ihanet, ya cehalet… “Vatan yahut

Silistire”… İhanet yahut hamakat, en aydınlık saatte siyahını beyazından ayıramadığımız

iplikler…

 

 

Ve bizde ilk batılı belediye teşkilatı kurulur; Galata – Beyoğlu semtlerini kapsayan “6.

 

 

Daire-i Belediye”. Yıl 1858. İsmini Paris’in en seçkin semti 6. Bölgeden alır. Şimdi

teferruatına girmeden kısaca söyleyecek olursak, pekte başarılı olamadan Cumhuriyet’e kadar

geliriz.

 

Cumhuriyetle birlikte zihniyetimize etki eden bir önemli saik daha çıkar ortaya “Osmanlı”.

 

 

Biz silip kazımaya, kurtulup kaçmaya uğraştıkça o bazen bir heyula gibi çıkar karşımıza,

 

 

bazen Hızır gibi yetişir imdadımıza. Osmanlıda ayrı bir statüye sahip olan “Desaadet” gibi 

yeni başkentte “Ankara Şehremaneti” olarak diğer şehirlerden ayrı bir statü kazanır 1924’te.

30lar, 40lar, 50ler… Bir yanda ülkenin değişen şartları, diğer yanda dünyada gelişen

 

 

 

 

 

 

anlayışlar, “dost ve kapitalist” ülkelerin çıkarları gereği değişen “moda yönetim tarzları”,

her dönemin “Mustafa Reşit Paşa”sı, “Mahmut Nedim Paşa”sı, “Damat Ferit Paşa”sı

“Özal”ı gibi en tepedekiler tarafından dillendirilen, değişen isimler, değişmeyen “değişim”

tutkusu…

 

1963’te çıkarılan kanunla, o zamana kadar belediye meclislerince seçilen “Belediye

 

 

Başkanları” ilk defa doğrudan, serbest ve nisbi temsil esasına göre seçilmeye başlar.

 

 

Eski Belediye Başkanımız Niyazi Bahçecioğlu’nun vefatı üzerine (Allah rahmet etsin)

 

 

“zihnimi kurcalayan” “belediyecilik” belediye başkanlarının “farkları”, hizmetleri, fikirleri ve 

 

özgünlükleri hususuna önümüzdeki hafta devam edeceğim.

 

 

 

 

ŞİİR

 

 

 

Şehir / Konstantin Kavafis

 

(Çev: Cevat Çapan)

 

"Bir başka ülkeye, bir başka denize giderim," dedin,

"bundan daha iyi başka şehir bulunur elbet.

Her çabam kaderin olumsuz bir yargısıyla karşı karşıya;

-bir ceset gibi- gömülü kalbim.

Aklım daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede?

Yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam,

kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün,

boşuna bunca yıl tükettiğim ülkede.

 

"Yeni bir ülke bulamazsın.

Bu şehir arkandan gelecektir.

Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın.

Aynı mahallede kocayacaksın;

aynı evlerde kır düşecek saçlarına.

Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.

Başka bir şey umma-

Bineceğin gemi yok, çıkacağın yol yok.

Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,

Öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde de.

 

TEMBİH

Korel Göymen, Türkiye’de Kent Yönetimi, Boyut Kitapları, 1997

İlber Ortaylı, Türkiye Teşkilat ve İdare Tarihi, Cedit Neşriyat, 2007

Ruşen Keleş, Kentleşme Politikası, İmge Yay. 2012 kitaplarını okuyunuz.