Prof. Dr. Nur Urfalıoğlu’nun bir yıldır başarıyla yürüttüğü “Mimarlık Buluşmaları” 

 

 

program serisi kapsamında, “Türkiye Kentleşmesinde Özgünlük Sorunları” başlıklı

konferansta, Kentleşme konusunda tartışmasız otorite, Saygıdeğer Hocam Prof. Dr. Ruşen 

Keleş konuştu. Hocamızın konuşması “belediyeciliğimizde bir özgünlük olmadığı” görüşünü

destekler nitelikteydi. 

 

Önceki yazıda 70’lere gelmiştik… 1973 yılında yapılan seçimlerde hem başkanlıkların 

çoğunu hem de belediye meclislerindeki çoğunluğu, CHP’li adaylar kazandı. “Demokratik 

sol belediyecilik” anlayışı siyasi hayatımıza girdi.

Günümüzde de “sosyal belediyecilik” adı altında tahrifata uğratılıp “islâmî kılıflarla, neo- 

liberalize edilerek” devam eden bu anlayış; toplumun ezilen kesimlerine, emekçilere ve 

 

gecekondulara yönelik politikalar geliştirmek amacındaydı. İyi niyetle başlasa da, galiba ne 

 

şehirlerde tek tek uygulama olarak, ne de genel anlayışta, şehir/ülke gerçeklerine tam olarak

dayanmadığı, çıkarlarını korumayı düşündüğü sınıf/gruplar dâhil, şehirde yaşayanlarca, 

 

örgütlü, katılımcı tartışma ve olgunlaşma süreçlerini içeren kararlara varamadığı ve 

geleneksel devlet yapımızın mukavemeti gibi sebeplerle istenen başarıyı sağlayamamıştır.

Prof. Dr. M. Akif Çukurçayır (“Türkiye’de Yerel Siyasetin Tarihi Gelişimi”, Yerel Siyaset,

Ocak 2008, s.15-36.) 1970’li yılların “demokratik sol belediyeciliği”nin özetle şu ilkeleri

benimsemiş olduğu tespitini yapar,

 

1. Özerk bir yerel yönetim ilkesini savunmuştur. Merkezi yönetiminin denetiminin ise hukuka 

 

uygunluk denetimi ile sınırlı kalması gerektiğini vurgulamıştır.

2. Üretici yerel yönetim ilkesinden hareketle arsa ve konut üretimlerine girişilmiştir.

3. Birlikçi ve bütünlükçü belediyecilik ilkesi ile diğer belediyelerle işbirliğinin önemini 

 

vurgular. 

 

1973 te başlayan sosyal belediyecilik uygulamaları, küreselleşmenin dayattığı “özerk 

 

yerel yönetim”, her türlü rant ilişkilerine kapı aralayan “üretici yerel yönetim”, Özal’ın 

 

“iş bitirici yönetim” (en büyük şehrimizin belediye başkanı ve ardından başbakan olması

hasebiyle) Erdoğan’ın “kazan – kazan” kavramlarıyla taçlanarak, Refah Partisi / AKP 

 

döneminde, mücahitten müteahhitte dönüşerek, Tanzimat’tan beri kapıldığımız batıcı / batılı

anlayışla günümüze kadar devam etti. 

TOKİ gibi akıllara zarar bir orijinal icadı(!) saymazsak “yerel yönetimler tarihimiz” maalesef 

milli/yerel bir özgünlüğe sahip olmadığı gibi, iyi etüt edilerek, yerli yerinde yapılmış 

adaptasyon seviyesine bile ulaşamamıştır. Belediye Başkanları’nın hizmet diye öğündükleri

çalışmalar, basit ve iç, dış çıkar odaklarınca dayatılmış kopyalar olduğu için, çevresi TOKİ 

 

tarafından yapılmış zevksiz yapılarla kuşatılmış, küresel sermayenin kalesi AVM’leri 

merkezlerine oturtmuş, hemşehrilerine aynı tüketim çılgınlığıyla, aynı hayat tarzını dayatan, 

bir örnek, sıkıcı, ruhsuz şehirler ortaya çıkmıştır.

Şehirle birlikte şiir, şiirle birlikte aşk tükeniyor. “İnsanlar ışığın çevresinde toplaşırlar, daha

 

iyi görmek için değil, daha iyi parıldamak için.” Diyor Nietzsche. Birbirimizin karanlık 

 

 

kalabalığında, ışıl ışıl kentlerde üst üste yaşıyoruz. Sistem kimi, neyi parlatmak istiyorsa 

ona yöneltiyor ışıklarını ve hep beraber oraya bakıyoruz. Gördüğümüz sadece görmemizi 

istedikleri. Ne karanlığın tenha, mistik esrarı, ne ay ışığının loş şiiriyeti… Ve pervaneyi ışığa 

aşkla uçuran kurban oluş hazzı, çoktan terk etti yerini, sahip olma iştahımıza. 

Şehir dediğimizde yüzyıl önce yaşamış, bağını komşusuna yol eyleyen dedemizle, aynı 

şehirde yaşamıyor, aynı şeyi kastetmiyoruz. Mekândan, zamandan, Allah’tan ve insandan 

 

 

anladığımızda aynı değil artık.

 

“Neredeydik nerelere geldik”, bu gün ne haldedir şehirlerimiz, haftaya devam edeceğim…

 

ŞİİR

 

VE MONNA ROSA’dan

Sezai Karakoç

 

“Bir tren ışığına, güneşe çekmek seni

Ve bir şehir yaratmak, ruhundan Gülce diye.

Parçalanan gemiyi ve yırtılan yelkeni

Katıvermek sessizce söylenen bir türküye.

Ve sonra bir köşede öldürmek ölmeyeni

Ve son vermek bitmeyen, bu bitmeyen şarkıya,

Bir tren ışığına, güneşe çekmek seni.”

 

TEMBİH

AGÜ Mimarlık Fakültesi, “Mimarlık Buluşmaları” programlarına mutlaka katılın.