Ne zaman, eğitim öğretim döneminin sonunda söz dönüp dolaşıp karneye gelse, hep, öbür âlemde elimize verilecek olan amel defterimiz aklıma gelir. Çünkü amel defteri ile öğrencilerin aldığı karne arasında ciddi bir münasebet söz konusudur. Dönem içerisinde anlatılan dersleri dinleyip anladıklarını ölçmek amacıyla öğretmenler tarafından yapılan sınavların ve katıldıkları etkinliklerin bir yansıması olarak derslerden aldığı notlar öğrencilerin karne notunu ortaya koymaktadır.

 

Ruhlar âleminden bu fani dünyaya imtihan edilmek üzere gönderilen insanoğlu için de durum aynıdır; peygamberleri vasıtasıyla Yüce Yaratıcı’yı tanıyıp O’nun emir ve yasaklarını öğrenip bunları hayatına hayat kılarak ve Rabb-i Rahim’in inayetiyle, O’nun rızasına ererek elde edeceklerinin bir göstergesi olarak mahşerde hesap gününde hesabımız görülürken birer defter alacağız. Buna amel defteri diyoruz; bunun, sağımızdan mı yoksa solumuzdan mı verileceği bu dünyada yapıp ettiklerimize bağlı olarak neticelenecektir.

 

Şehirlerde mobese kameraları var; bunlarda iyilik kötülük ayrımı yok, olan biten her şeyi kaydediyorlar. Birebir benzetmek belki yanlış ama “kiramen kâtibin” melekleri de böyle. Bu meleklerden sağ omzumuzdakinin mesaisi mi fazla, sol omzumuzdakinin mi, bunu hiç düşündük mü acaba? Eğer bizler, iyi şeyler düşünüp iyiliklerin öncülüğünü yapıyor, güzel çalışmaların içerisinde bulunabiliyorsak, her zaman hakkı tavsiye edip güzelliklere taraf olup güzelliklerin yayılmasına önayak olmaya çalışıyorsak… o zaman, sağ omzumuzdaki meleğin mesaisinin fazla olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü ona verilen vazifenin gereği olarak o, iyilik düşünenleri ve düşündüğü iyilikleri gerçekleştirenleri bire on, bire yüz bazen bire yedi yüz misliyle kaydeder. Ama sol omzumuzdakinin de -kendisine tevdi edilen vazifenin de bir gereği olarak- içimizden geçirdiğimiz kötülükleri yazmıyor. Dahası, işlediğimiz çirkinlikleri, isyanları, kötülükleri hemen yazmıyor; bekletiyor, kul tevbe edip Yüce Yaratan’a sığınmazsa o zaman bir kötülüğe bir kötülük olarak yazıyor. Bu da Yüce Rabbimizin biz kullarına merhametinin, lütfunun bir gereğidir. 

 

İster öğrenci, isterse âlemleri yaratan Halik-ı Kerim’in bir kulu olalım; bu dünyada ve öbür âlemde bizler için değişmez ve şaşmaz bir ölçü vardır. Bu ölçüyü Yüce Allah, insanlığın karanlık dünyasını aydınlatması için, solmaz bir güneş olarak indirdiği Kur’an-ı Kerim’inde "İnsana ancak çalıştığının karşılığı vardır."(Necm, 39) buyurarak ortaya koymuştur. Daha önceki bir yazımızda da bu duruma işaret etmiştik.(Emeğin ve Çalışmanın Önemi, 2 Mayıs 2013)

 

İşte asıl mesele, bunu görüp bilmek ve o doğrultuda hareket etmektedir. Hani ne demişler “Köre nedir köre ne/görenedir görene!”. Çevremizde olup bitenlere bir göz atmak, onları gerçek anlamıyla yorumlayıp irdeleyebilmek bilgisine erişmek, ufkumuzu geniş tutmak için çalışmalı, daima çalışmalıyız. Hedefimiz olmalı ve o istikamette çalışmamıza, hız kesmeden devam etmeliyiz. 

 

 

Bir öğretmen arkadaşımdan dinlemiştim: “Ben öğrencilerime her zaman şunu söylerim: Okulun bütün haftasını okulun son haftası olarak değerlendirmediğiniz müddetçe başarı size eşlik etmeyecektir.” Bu söz, karne heyecanı yaşan öğrenci kardeşlerimizin durumunu ne de güzel anlatıyor değil mi? Geçen gün öğrencilerimden biriyle sohbet ederken daha önce birçok sınıfta söylediğim şu sözü hatırlayarak ona dedim: “İnsan bir öğünde bir öğünlük yemek yiyebilir. Sizler, derslerinize zamanında çalışmıyor, sadece yazılı sınavı akşamına saklıyorsanız konuları herhangi bir başarı elde edemezsiniz. Otuz günlük öğünde yenecek yemekleri sizler bir öğünde tüketmenin ve hazmetmenin telaşı içerisinde oluyorsunuz. Bunu bir öğünde ne tüketmenin ne de hazmetmenin imkânı var.” Sağlıklı beslenme konusunda uzmanlar demiyorlar mı “Azar azar ama çok öğünle beslenelim.” diye? O hâlde –bütün anlamlarıyla- sağlık beslenmenin yolu, yediklerimizi iyice hazmetmekten geçmektedir. Öğretmenlerimizi can kulağıyla dinleyelim, onların tavsiyelerini dikkate alalım ki derslerimizi en iyi şekilde öğrenelim, geleceğe bırakmayalım.

 

Bir öğrenci olarak yıl içerisinde bana anlatılan dersleri dikkatli bir şekilde dinlemiyorsam, öğretmenimin verdiği ödevleri hakkını vererek yapmaya çalışmıyorsam o zaman bu sürecin sonucu bellidir: Koskocaman bir HİÇ. Öyleyse, annesinin gagasından gelecek gıdanın bir zerresini bile kaçırmamak düşüncesiyle o gıdaya kilitlenmiş yavru kuşlar gibi, öğretmenimin anlattığı konuları, dikkat kesilerek dinlemek lazım. Herkes biliyor ki anlatılanlardan, yaptırılanlardan bir sınav olacak ve bu sınavda yazdıklarından kendisine bir not takdir edilerek bir karne verilecek. Dönem içinde elde edilen kazanımların neticesinde karneye yansıtılan notlar, “Çalışan kazanır, elması kızarır.” hakikatinin bir yansımasıdır. Bu karnenin güldürmesi veya ağlatması söz konusu. 

 

Dönem sonunda notları kırık karne almak, elbette dünyanın sonu değil. Daha bunun yükseltmesi var, bütünlemesi var. Ama yine de her şey yerinde ve zamanında güzel. Zamanında terleyelim ebedî üzülmeyelim. Bugün rızasını gözetelim yarın Firdevs Cennetlerine erelim. Vesselam.

 

Hüseyin Say